10 Aralık 2008 Çarşamba

Olmaz olası kadın tipleri

Efenim vakt-i zamanında erkek milletini tasniflemiş, etiketlemiş, boklamıştık. Lakin kadınlara da giydireceğimizi, hatta daha bile acımasız olacağımızı beyan etmiştik. Bizde laf ağızdan bir kere çıkar, çıktığında da unutulmaz. Yalnız bizli mizli konuşunca hakkaten böle bi kutsal metin tadı yakalanır sandımdı da olmadı:( (http://mariadebonne.blogspot.com/2007/04/olmaz-olas-erkek-tipleri.html)

Ah şu kadınlar. "Issız adaya düşecen, yanına da birini vericez (ıssız ada olsun moda diye herhal) Kadın mı erkek mi olsun, seç bakalım" deseler oyumu maalesef erkekten yana kullanırım. Ve bu kesinlikle cinsel tercihlerimle değil cinsiyet tercihlerimle alakalı olur.

Malum hep ezilenden yanadır akdenizli gönlümüz. Ve kadın da ezilendir gerçekten. Her halukarda acı çeken, bir çok şeyin üstesinden gelmek zorunda kalan şu bu. Yani sıkıcı detaylara girmek istemiyorum ama bu sadece az gelişmş ülkelerde değil bütün dünyada geçerli bir durum. Doğurgan olan, bunun da hem acısını hem sorumluluğunu sırtlayan, üreten, emek veren, yılmayan ama bir türlü hakettiğini alamayan. İşte o yüzden bozaran, sinsileşen, gelgiti bol ruh halini benimseyen. Tabii ki tüm kadınlar böyle acı çekmiyor diyebilirsiniz. Ulen ağda bile başlı başına bir vaka lan. Periodik kanamalara, hormonlara filan hiç girmiyim zaten.

Yani ezilenden korkacan arkadaş. Ruhu yaralı insandan. Mücadele veren yorgun savaşçıdan. Beyninin tüm kıvrımlarını kullanmak zorunda kalıp üstüne aptal muamelesi görenden. Her konuda görüş sahibi olacak kadar kafa yorduğu halde fikri sorulmayandan. Ve bütün bunları kendi imkanları ya da sosyal çevresi sayesinde aşmış olsa bile böyle bir genetik ve toplumsal mirasın içinde boğulandan.

Ben kadın milletinden her şeyden önce korkarım. Erkeğin her şekil ağzına sıçarsın. Çok kassan çükünü baltayla keser eline verirsin zaten işi biter. Ve fakat buna rağmen sırf kadınların dengesizliği, özgüven eksikliği, ve başka bir kadına sadece ve sadece rakip gözüyle bakmasından dolayı o baltalar o çüklere değil diğer kadınların boynuna iniyor.

Bu uzun girişten sonra tasnif, etiketleme, boklama sürecine başlıyorum.

Romantik kadın:

Erkeğin romantiği olur da kadının olmaz mı?

İşte dünyanın en sıkıcı kadını. Yani yemin ederim sevgilimin bana dünyanın en uyduruk, en yapay, en abuk şiirini "Sana yazdım hayatım okii mi?" demesinden bile beterdir bir kadının aşk ile ilgili pespembe fikirlerini dinlemek.

Romantik kadın kendini aşk kadını gibi görür. Böyle bir sınıflandırır. Onun için aşk bir din, aşık olduğu erkek de o dinin tanrısıdır.

Aşık olduğu erkek gerçekten ama gerçekten dünyada eşi benzeri görülmemiş bir varoluş biçimidir. Ve bu eşsiz benzersiz varolma biçimini size saatlerce anlatabilir. Bıkmaz, usanmaz, bıktırır, delirtir.

Bu kadınlar için aşık olduğu erkek kusursuzdur ya, buna göre o asla aldatmaz, yalan söylemez, kendisine de çok aşıktır. Ruh ikizi, kalp pentagramı, siyam börülcesi filandırlar.

Hah işte o kusursuz erkek gün gelir yine böyle reklamasyonunu yaptığı koca memeli koca götlü bi kız arkadaşıyla düzüşür sonra da gelir buna "Ben biraz kafamı dinlemek istiyorum, bu ilişki yordu beni, çok üzerime düşüyorsun" filan der.

İşte dünyanın en sıkıcı insanının dünyanın en kaçınılası insan haline dönüştüğü an o andır. Ondan sonra "Dur Nebahat intihar etme, değmez" replikleriyle bir süre haşır neşir olursunuz.

Anaç kadın:

Bu tip kadınlar her şeyden önce sizi şişmanlatır.

Efenim bunlarda inanılmaz bir şefkat, hoşgörü, koruma kollama takıntısı, kontrol manyaklığı ve bolca yemek yedirme aktivitesi mevcuttur.

Herkes ve her şey onun birer minik yavrusudur. Kibele misin be kadın!

Erkek milletine cazip gelir böyleleri ilk başta. Sonra gelsin aldatılmalar, terkedilmeler, "Yazıklar olsun sana ellerimle açtığım mantılara" filan.

Halkla ilişkiler müdiresi kadın:

İşte herkesin aslında gıcık kaptığı, baydığı, arkasından konuştuğu ama yüzüne güldüğü kadın tipi.

Bunların ellerindeki görev kağıdında "Herkesle iyi geçin" filan yazar. Halbuki o cicili bicili konuşmalar, suni ötesi nezaket, gereksiz yanak sıkma, öpüşme koklaşma ritüelleri hah işte bunlar herkesi delirtir. Ama o kadar şirinlikten ve maymunluktan sonra kimse de "Bir tokat atayım da kendine gelsin bu" diyemez.

Bu kadınların ek özellikleri de yine anaçlık, romantiklik olabilir. İşte o yüzden çok çok kötü durumdadırlar. Ultra hayvan ve bitki sevgisi, çocuk merakı, aile bağı showları filan of yeter yazamicem...

Fettan kadın:

Efendim bunlar her boku yer ama kimse ondan izinsiz bi bok yemesin diye de kıçını yırtar.

İstediği olmazsa tepinir, ağzınıza sıçar.

Paso vukuat yaratır. Yemekte kıl tüy varsa ilk bunlar bulur. Akabinde itiraz eder, olay çıkarır, katliam yaratır.

En kötüsü de vıyk vıyk sesi olur bunların. İşte ben bir gün bunlardan birinin ses tellerini fiyonk yapıp götüne sokucam.

Orospu kadın:

Burada elbette fahişelik mesleğini icra edenleri tenzih ediyorum. Ama bir de halk edebiyatı gerçeği var.

Şimdi gelelim orospulara. Ben bunların yuva yıkması bilmem ne muhabbetlerini filan iplemem. Yani olacağı varsa orospunun maharetinden değil herifin meyilindendir.

Lakin en tip olduğum orospu karı herkese bok atıp kendi her naneyi yiyendir. Netekim öyle orospular vardır ki ortamda düzüşmediği herif kalmaz ama sorsan bir o bir meryem ana. Bakınız buradaki vurgu onla bunla yatması değil. İster bütün dünya bütün dünyayla yatsın. Hatta iyi olur belki rahatlarlar. Ama hem bildiğin seks yap (bireysel veya toplu) hem de ben sanatımla var olmak istiyorum, bekaret raporum var benim diye takıl ortalarda.

Zaten orospu kadının en önemli özelliği ağız orospusu olmasıdır. Bu tiplerden genelde "Yattığımızı kimseye söyleme" lafını duyabilirsiniz. Onun bunun kocası/sevgilisi, öğretmeni, müdürü ne varsa her an götürebilir. Lakin içindeki cinsel açlıktan çok eziklik ve sosyopatlık filandır. Bu tip insan zarar verir kardeşim. Kendi değerlerin olmayabilir ama bazı saçma değerlere ya da sosyal korkulara sahip ve hayatını o yönde şekillendiren insanlara yem olma. Burada sen bir el bombasısın. Yanında üç beş kişiyi götürürsün ama götü başı patlayan bizzati kendinsin(Bu paragrafı Feto görse direk kitabına alır ha)

Femme Fatale:

Arkadaşlar panik yapmayın. Bu kadınlar sadece filmlerde yaşıyor. Günlük hayatta karşınıza çıkanlar çakmadır ve olan biten de tamamen sizin kerizliğinizden kaynaklanır.

9 Aralık 2008 Salı

Hallelujah tekel

Geçtiğimiz günlerde yine bir sabah uyanmışım. Bir atraksiyondur, bir heycan silsilesidir. Baktım yastıkta kan. Pijamamın kolunda kan. Orda burda kan. CSI çağırıp "Bu kimin kanı?" diyecek halim yok. Zaten o korkunç kokunun kaynağı ve genizden aşağı süzülen ılık nesnenin de aynı kan olduğu varsayımıyla anladım ki ilgili kanın kaynağı burnum. Ya da damarlarım, kalbim, beynim. Her halukarda benim.

İlk tepki elbette bir çok kereler olduğu gibi (daha önce de saçma sapan başka atraksiyonlar yaşamış olduğumdan) "Ana ölüom ben". Artık tecrübeli bir "Ölmek üzere olan insan" olduğumdan, direk acil durum master planı/ acil ölmeler başlığının altındaki paragrafın maddelerini uygulamaya başladım.

Madde 1) Sigara yak.
Madde 2) Şarabın olmadığı durumlarda türk kahvesi vakit alıyor direk kola bul.
Madde 3) İnternetten bak bakalım niye ölüomuşun?

Velhasıl anladığım kadarıyla beyin kanaması ve lösemi ihtimalini bir kenara atarsak (ki kanser riskini kolayca bir kenara attım şimdilik, zira domuz gibi yiyip içen biri için kanser ufak ihtimal gibime geliyor, uzun vadede ise bakçez) çok da mühim bir şey değil gibime geldi.

Sonra tabi olan biteni şöyle bir gözden geçirdim. Hazırladığım plana baktım filan. Ülkemizde "Serseri aşıklar" diye de bilinen (a bout de souffle) filmdeki Jean Paul Belmondo'nun oynadığı tipin sigara manyaklığındaki safhaya hangi ara erdim, ne oldu diye düşündüm.

Düşünsene imana gelmiş biri olsam sabah akşam ne için ibadet edecem? "Tanrım bize verdiğin sigara, türk kahvesi ve şarap gibi nimetler için teşekkür". İbadethanem tekel bayisi filan olacak az kaldı. Zati bu boklar direk doğadan evimize girmiyor. Emeğe saygı! İşin yoksa Philip Morris için git mevlüt okut şu bu:p Ya bu arada "Who the fuck is Philip?"

Öyle böyle derken derken, insan yine kendi varoluşunu sorguluyor tabi. Laf dönüp dolaşıp her nasılsa buraya geliyor. Buraya gelince de benim canım sıkılıyor. Varsam varımdır, yoksam yokumdur. Ne gerek laf salatasına, beyin çorbasına.

Sonra tabi aradan vakit geçti ve ben bunu, burda bu şekilde paylaşayım dedim. Neden?
Paylaşmışsam paylaşmışımdır, paylaşmamışsam paylaşmamışımdır. Bu kalıbı bilin, öğretin. Çok faydalı. "Dün dündür, bu gün bu gündür"'den de faydalı.

Yani anlıyacağınız benim bu dünyadan anladığım buymuş. Gitanes içmiyorum neyseki ya. Ne o öle boru gibi.

Not: Bu yazıdan tütün ve tütün ürünlerini öven herhangi bir mesaj alanlara diyeceğim şudur. "Yaşayan her dört memeli türünden birinin soyunun tükenmek üzere olduğunu biliyor muydunuz?"

4 Aralık 2008 Perşembe

abuklamname 4

intro: Yılmaz Özdil'leşiyorum bazanları...

Bu gün kaç kişiyle konuşmak zorunda kaldın?

Min. 20

Kaçıyla gerçekten konuşasın vardı?

Max. 01

Bir kişi yetiyor da artıyorsa, yalnızlık mecburiyet değil lüx olmuş demektir.

***

Aslında gitmek zorunda mıydın?

O işleri halletmesen ne olacaktı?

Özür dileyeceğine kafa mı atsaydın?

Saçmalıkları sineye mi çekeceksin?

Kabullü delilik değil mi hepsi?

E) Hepsi

***

İşimdeyim, gücümdeyim havası yakalayamadık.

"Tatile çıkıyoruuum byeee" diyemedik.

Ayakkabıları çantaya, çantayı monta uyduramadık.

Estik, gürledik, şimşek bile çaktıramadık.

İki elimizle bi siki doğrultamadık anlıyacağınız.

***
Bazen parça pinçik ediyorum bir şeyleri.

Gazete, çikolata ambalajı veya kağıt mendil.

Kişilik bölünmesi veya suçluluk duygusu, olmadı depresyon derler buna.

Atomu parçalayınca nobel alırlar, bize gelince mazhar osman madalyası.

Bi kaç japon kızartmalıyım sanırsam.

***

Dün bitti neyseki.

Bugün de bitmek üzere.

Bi kaç yarınım kaldı.

Yarısı bitti nerdeyse.

28 Kasım 2008 Cuma

Yerel seçim delirmesi

Eveet bir yerel seçim arifesine daha hoşbulmadık.

Bir ramazan ayına, bir de seçim dönemine gıcık oluyorum. Zaten memnun değilim gidişten bi de toplu histeri nöbetleri hiç çekilmez oluyor.

Eskiden daha bi katılımcıydı halkımız bu seçim aktivitelerine. Şimdi kömürünü alıyor, çekiliyor bir köşeye. Ulen zamanında Mesut Yılmaz'dan Bacımıza kimler öptü kokladı yaw yolda sokakta. Şimdi öyle mi?. Zati adamların abdesti felam kaçar, ayrıcana üzerinize afiyet gastrit neyim var bende.

Şimdi de açılım modası çıktı. Eskiden bu işler gizli kapaklı, el altından dönerdi. Şimdi alenen oy dileniliyor.

En çok deniz Baykal'a üzülüyom ben. Şu Ricky Martin eşliğinde delegelerin toplantısına girdiğinden beri bu kadar patetik bi tablo çizmemişti. Evet kara çarşaf açılımından bahsediyorum. Yaw bırak Deniz Abi ya, her yolu deniyorsun da o iş öle olmaz. Hayır bu olay da Akp'cilerin oyunu değilse nolayım. Deniz Beycim diyo ki "biz size katılmak istedik" dediler, "geldiler, çarşaflılar da geldi. Napayim koviyim mi?" Haklısın da yaw bu adamların çaırdığı yere gitme sen bi daha. Bunları cahil bellemiş olabilirsin, saflık, iyiniyet de var sende, belli temizli yüzlü bi adamsın. Diyorsun ki itersek, aydınlatamayız onları. Yaw bunlar şark kurnazı senden benden cin. Kömüre bu kadar itibar ediyo adam. Doğal gaz bağlat onun evine, ayda 50ytl'si senden olsun, Mao posteri asar salonuna. Geyikli kilimin yanına. Geyik bunlar, geçeceksin.

O kara çarşaf çıksın diye ne kelleler uçtu senin habarın var mı? İnsan gibi yaşansın diye bir takım zaiyatlar verildi. Sonra dediler "İnsan gibi yaşama dediğin özentiydi, öle yaşanmaz böle yaşanır, en güzel araplar yaşıo insan gibi". Yahu ne zaman bitecek bu zırvalıklarınız? Valla Mine abla gibi ben de vitamin eksikliği ve az balık tüketimi gibi şeylerden girip kıllı tüylü çıkarımlar yapıcam. Ama benimki bildiğin küstahça ve terbiyesizce olacak. Belaltı bölgelerden gelecek türkülerim.

İkinci sırada Mhp'nin alevi açılımı var. İsterseniz bu konuya hiç girmeyelim zira konu kendini açıklıyor. Bu da Bahçeli'nin "İpin yoktuda mı asamadıııın, al sana iip" diye urgan salladığı sahne ile çok güzel gidiyor zihnimde. Bakkaldan bir ip, bir apo, bir de alevi alaceğim. Al sana, al sana.

Tayyip bey'in bir türlü algılayamadığım karizmasının da yine alevi oyları uğruna heder olduğunu gözlemliyoruz. Ve tabi kriz teğet mi geçer, dokunur mu, hamd mı olur, allaınız bana da sabır verir mi, eyvah bana.

Tabi bu kömür piyasası canlandı yine. Bu kış daha bi canlı zira geçen ev ararken tespit ettim millet gerçekten duvarı delmiş, bacayı tesis etmiş, vermiş odunu, kömürü sobaya. Bu lodos modos işlerinden telef olmazlar umarım. Gerçi olsunlar be amaaan ben mi doğurdum. Ne faydaları var bana. Bundan sora böle. Chaotic evil.

Şimdi bu kömürleri, kömür hakedişi elde etmiş vatandaştan alıp satan çantacılar türemiş:p Yaw nedir bu ya. Bi de geçen baktım erzak dağıtıolar yardım deyü(Bu arada ben bunları boğazdaki yalımda tv'den izliom:p) Ulen bildiğin siteler. Hayır toki'nin sitesi olsa dahi gayet düzgün yerler. Nereye yardım, ne üçün. Ulen sokakta heder olan evsizler var. Nüfus kağıtları mı yok, oy mu kullanamıo adamlar. E olsun iki-üç ölüyü diriltir kullandırırsınız onlara oy be yaw.

Şimdi en bombastiği sona sakladım. Bu artık komedi değil bildiğin trajedi. Sayın! dtp'liler. Kürt milliyetçisi vatandaşlar. Arıza çıkaran, hayalperest insan sürüleri. Bir kısım uşak ruhlu kişi ve kurumlar. Biliyoruz epey ağlandınız, çok şey geldi başınıza. Kah gönül köprüsü kurdum sizin ilen, kah yanınızda durdum düşüncemle. Ama dilinizi kullanamıodunuz, iş aş bulamıodunuz, bok gibi davranıyorlardı size, geçmişten gelen yaranız boldu otdu boktu. Lakin şimdi siz de canavara dönüştünüz. Geçmişten gelen asi ruhluyuz, tam bağımsızlık aşkıyla yanıoz filan edebiyatınız o hiç sevmediğiniz türk milliyetçilerini yakaladı da geçti bile.

Bir yola baş koyabilirsin. Biliyorum ki bu işler güç savaşı, otorite savaşı, mülkiyet savaşı, bok savaşı yani. Asla varolma savaşı değil bu artık. Bir dönem öyleydi belki ama hep yanlış yolu seçtin be gözüm, yanlış adamların fişfğine geldin, yanlış adamlara kullandırdın kendini, önüne çıkan fırsatların içine ettin bol bol. Böylece hem kendi insanının, hem de artık "senin" öteki diye ayırdığın insanın cahilliğine cahillik, hayvanlığına hayvanlık kattın. Sıçtın batırdın be anam.

Biraz geç geldin, hep geride kaldın çünkü. Feodaliteden kopamadıydın şimdi de gittin geçen yüzyılın başındaki faşizm modasına kaptırdın. Arada da dindi, komünizmdi ne bulduysan harmanladın. Yaw hani asimile etmeye çalışıolardı seni, hani kimliğini unutturmaya çalışıolardı. Şimdi bu kimlik "Kürt kimliği" mi?.

Yani anlıyacağınız jakobenliğin dibine vurdum Ama fonda Ricky Martin çalıyor sanmayın. Led var Metallica var kent var marlboro var.

23 Kasım 2008 Pazar

ev ararken aklını kaybetmek

Gönül isterdi ki yazının başlığı "kiralık/satılık ev aramanın incelikleri" gibi bir şey olsun. Lakin yine olmadı, yine kabasını yazacağım.

Bir kere şunu söyliyim. İstanbul'un taşı toprağı boktan. Ha burada yaşamiyim dedim, gittim geldim. Çok uzun uzakta kalınca niye gittiğini unutuyor insan. Kafama sıçiyim.

Şimdi ben senelerdir taşınan eden bir insan olarak sizlerlen tecrübelerimi paylaşiim önce bi.

Kiralık veya satılık ev ararken birincisi bütçenin sınırlarını çok net çizecen kardeşim. Üç beş ekstra özellik uğruna önceden hesaba katmadığın gideri bütçene monte etmeye kalkmicen. Bütçen çok genişse fazla düşünmene gerek yok zati. Git bul evini, otur aşağı.

Gelelim bütçesi sınırlı kişi ve kurumlara.

Evin bulunduğu muhit, evin özellikleri, evin konumu, büyüklüğü, ısınma özellikleri, fiyatı vs.'si hepsi bir arada süpper şahane bir şekilde olmuyor kardeşim. Olanlar 2500'den başlıyor ak.

Olasılık problemleri gibi. Torbada 10 bilye var ve sen illa 4 tane seçmek zorundasın.

Şimdi ben trafikte deliren. Trafikte canavarlaşan. İçindeki hayvanı ortaya çıkaran biri olarak trafiği elemine etmek amacıylan metroya yakın bir yerleşim yerinde ev bakmaya düştüm yollara. Tabi sizin işiniz metroya yakın olmayabilir. O durumda bilyelerden birini zaten istemiyorsunuz. Bu iyi mi, kötü mü bilemem artık.

Metroya yakın denince olasılıklar düşüyor tabi. Ne de olsa avrupanın en uzun metrosuna sahibiz. Metro dediğim light metro değil. Bildiğin yerin altından giden trenler felam, yapımı esnasında yağmurda suların filan bastığı.

Kaç durak var? Hah ordan hesab et. Yine de başladım elmadağ, harbiye bilmem ne. Ben keçi gibi tırmanırım, ortam da beni bağlamaz, çingene çalsın kürt oynasın derseniz çok ev var. Var da evlerin haraplığı ve her sokakta min. bir adet inşaatın olması da sıkıntı yaratmıosa 500-650 arası ısınabilen, bodrum katı olmayan evler filan bulabilirsiniz. Ben oralara inmedim, direk radyo evinin karşısındaki paralel sokaklara baktım. En bi "Hah bu belki olur" dediğim, pimapeni olmayan, taş çatlasın 75 metrekare, doğrudüzgün ışık almayan eve 1000ytl dedi. Sahibi bunu diyen. 2 kira da depozito alacakmış. Ben dedim şu dönmelerle gece otostopa çıksam, sabah işe gitsem oldu bu iş şahane. Lan o eve 1000ytl verecek hıyarı bul sonra da getir benlen tanıştır. İki asgari ücretli bu evi tutamıyor arkadaşım. Öle şahane ev.

Sonra tırım tırım devam ettim yola. Şimdi bir Kurtuluş vakası var elimizde. Vaka diyorum çünkü abicim o ne öyle be Kurtuluş olmuş Etiler. Etiler de zaten olmuş LA. Kurtuluş'un Osmanbey metrosuna yakın bölgesi var bir adet. Pangaltı oluyor kendileri. Hah işte ora ben diyim Londra merkez sen de Tokyo vasıtayla 1 saat. Lan yine fiks menü. 1000ytl. Apartıman Menderes asıldığından beri orda ve çivi çakmamışlar. Ve evet kombili bravo. O kombi yüzünden 1500ytl depozito istiyorlar. Ev boş. Bomboş ama kombi var. Her an söküp götürebilirim o kombiyi çünkü. Manyağım ya o kadar peşinat, depozito, emlakçı parası vericem, çünkü tek amacım Buderus'un fi tarihinde ürettiği kombiyi söküp kaçırmak. Allan manyağına ev verirler mi vermezler tabi. Sür eşeği Osmanbey'e.

Osmanbey konusunu açmak bile istemiyorum aslında. Bunak ev sahipleri, tarihi eser sınıfındaki, izbe, bakımsız evlerini pek kıymetli sayıyor. Yani kadına bu günün tarihi ne diye sorsam köstekli saatine bakar yine de piyasayı takibi harika. Ev 1100ytl. İki kira depozito. Evet yine Buderus. Tamam o depozitoyu geri alıcam da, o depozitoyu ben bunun anca varislerinden mahkeme kanalıyla filan alabilirim. Ömrümü heba ettiniz lan.

Şişli'nin de köküne kibrit suyu lan. Netekim fiks menü, oturulabilinicek evler 1000Ytl'den açılıo ki metronun dibi filan değil lan bu perihan'ı, hanfendisi bilmem ne şu bu. Pazarlıkla 950 yapıolar. Evlerin de Kurtuluş'un metroya yakın bölgesinden farkı yok. Tipi de, fiyatı da, emlakçısı da aynı.

Gelelim cağnım takımımın kalesinin de bulunduğu Mecidiyeköy'e. Bunun meşhur Ortaklar'ının azına ediyim bi kere. Oraya bakamıyorsun bile zira kapıcı daireleri Zürih'te bahçekatına denk düşüyor. Pazarın kurulduğu cadde var Dereboyu. Ahan da orayı bilirim zati, isi pisi, gürültüsü bitmez. E Gülbağ'da oturacak olsak direk Zincirlikuyu mezarlığında yatarız geceleri masraf çıkmaz.

Levent olayına da girmiyim diyorum ama şöyle giriyim. Efenim bunlar 4. Levent metroya 10 dakika diye ilan veriyorlar. Ev Seyrantepe'de çıkıyor. "Nasıl yani?" deyince "Ha işte otobüsle trafik olmazsa 10 dakika" diyebiliyorlar. Yani netten ilan bulursanız ariyip gugıl ört koordinatlarını isteyin. Adam Levent der Çeliktepe çıkar, Sinop çıkar. Uçakla 1 saat netekim.

Anliceniz oynaticem. Neyzen Tevfik olmama ramak kaldı. Yahut Hannibal Lecter. Artık hangisi denk gelirse. Bu mudur kardeşim?

16 Kasım 2008 Pazar

Issız adam


Herkes aynı şeyden bahsedince mahallenin dedikoducu karısı gibi bir merak sarıyor beni.
Issız adam'a gitme sebebim budur. Bu defom Recep İvedik gibi gerçekten rezil bir filmi izlememe de sebep oldu ya neyse. Bu sefer o kadar şey olmadı.
Aslında "Ne anladın da ne anlattın film hakkında" diyebilirsiniz yazının sonunda. Bakalım ne anladım, ne anlamadım.
Şimdi öncelikle Ada neden Alper'e aşık oldu, Alper neden Ada'ya aşık oldu hiç anlamadım. Ben bunların ikisine de aşık olmam zannımca belki ondan. Gerçi bir de "Sevgi anlaşmak değildir nedensiz de sevilir" filan diye şarkılar var bilemiyorum ama neyse.
Yine de filmi izlerken ağladım. Bu şuursuz bi ağlama oldu. Neye ağladım, şarkılar mı gaza getirdi dicem nebleyim şarkılar güzel ama yani de Müslüm Baba daha şey. Ona da neyse.
Bir de filme giden kitleyle ilgili teşhislerimi sunmak istiyorum. Yani böyle bohem böyle bi bişiy filmlere halkımız itibar ediyor ya. Ulen hepiniz gizli gizli piçlik, serserilik, bohemcilik yapıonuz di mi? Sizi gidiler.
İki adet yeni evli çift gelmiş önüme oturmuştu sinemada (Konuşmaları, parıl parıl dana kadar nikah yüzükleri, tek taşları filanlar sayesinde bu tespitte Holmes olmaya gerek yoktu) Bu arada 21:30 seansındayım, azimle gittim iki arada bir derede. Yani fragmanını izleyip de bu kadar tiskindiğim ikinci film. ilkinin bahsi yukarda bi yerde geçmişti. Yine de gittim işte. Her neyse erkekler söyleniyor, böyle bitince uyandırın bizi filan diyorlar. Sonra bi baktılar sado-mazo bi bişiler oluyor direk cin gibi izlemeye devam. Lan ne mal milletiz ahaha.Amma açsınız lan. Gerçi kızlar arada testereye gidelim filan diye tutturdu, gidip içelim filan dediler, deişiktiler (Lan ben de telekulak gibi bişi mi oldum noldim) Genelde de böyle erkek arkadaşını, yeni evlendiği kocasını sürüye sürüye getirenler vardı işte. Bi ben sosyolojik inceleme memuru gibi gitmiş sap sap.
Gelelim oyunculara. Alper'i oynayan çocuk iyi hoş. Ama nebleyim böle bi mülteci havası var çocukta. Yunanistan'a diye İstanbul'a bırakmışlar da aç kalmasın diye onun sapından bunun kökünden yemek yapa yapa dikiş tutturmuş gibi bi izlenim yarattı bende. Yani adam Casanova filan takılıyor nebleym, hani kimse yüz vermiyor diye kendini acındırsa anca karı kız işinde başarı elde eder bence o tiple, tavırla. Ya da güneyde garson olsa filan. Her neyse. Ada'yı ele alırsak. Kendisinin yüzü Marion Cotillard'a benziyor. Sadece yüzü. Boyu, ebatları değil. Göğüs ölçüsü hiç değil. Oyunculuğununsa alakası bile yok. Ama tabi yolda sokakta böle mıymıy bin tane kız görüyorum ben. Doğal olmuş o açıdan diyebiliriz. Bir de gülüşü çok etkileyici. Marion'unkinden bile iyi. Yani oyuncuların anca kıçına başına baktım ben. Bakacak başka bişi bulamadım.
Mekan kullanımı, açılar, planlar mı artık her neyseler onlar her Çağan filmindeki gibi iyiydi. Çağan Irmak filmlerinin atmosferi ile ilgili tarz sahibi biri. Dönemsel mevzulara takık ve dönemin aksesuarlarını toplama ve yerleştirme konusunda başarılı. Tabi bu konuda Pedro Almodovar kadar iyisine rastlamadım ama Çağan Irmak da özenli, zevkli dekorlar, fonlar, fon müzikleri seçiyor. Gerçi herkes bayılmış ama ben şarkıları o kadar da sevmedim. Sırıttı sanki filmde. Bir tek sonda çalan "Anlamazdın" çok uymuş. Zaten film de bu şarkının klibi gibi. Şarkıya bakınız http://www.alkislarlayasiyorum.com/
Ya tabi bunlar niye birbirini sevdi kısmını anlamayınca neden ayrıldıklarını çok iyi anladım ben. Ama seyirci bu ayrılığı kabullenemedi. Ağladı, ağladı. Yani bunu da anlamıyorum birbirimizin ağzına zıçıoz zıçıoz sonra gidiyoruz elin hayali hoppasına, şuursuzuna bin tane gözyaşı döküyoruz. Hakkaten yaşamıyoruz ya. Matrix sanki anasını satiim.
Şimdi sevgili Alper. Madem ben de ağladım ettim, demek seni maddeleştirdim kafamda sana diyeceğim şudur. Hakikaten senden çok var. Benzeşlerini bul kaynaş, takıl anacım. Böyle büyüdüm, yaşlandım, tükettim, bişiler eksik filan diye diye elin fahişesine "sana bir şeyler çalayim" demene, elin obezine kek pasta yapmana lüzum yok. Sevgiydi şuydu buydu çok gereksiz bunlar senin gibilere. Senin kanındaki mikrobu dr. oetker bile temizleyemez ki zaten kendisi doktor değil. Bu mikropla yaşamayı öğrenecen arkadaşım!
Sevgili Ada. Senden de çok var ama onlarla takılma sen. Birbirinize başınızdan geçenleri anlata anlata gaza gelip toplu intihar neyim edersiniz. İyi kızsın hoş kızsın ama dolmaları lüplete lüplete göt göbek olacak on öbek. Sonra Alper mültecisini bırak kapıcıyı bile ayartamıcan. Bir de doğumgünü çocuklarına özel kıyafet dikmek gibi spesifik bir iş sana ne zaman ne de para kazandırır. Git kiralık katil filan ol. Bi iş yaparsın sonra 1 yıl oturursun 1 ton kahveyle rus edebiyatını filan bitirirsin. Sen bu kafayla daha çoook masal anlattım sanır masallarda yaşarsın. Şizo olursun kızım.
İşte görüldüğü üzre beyin ve duygu fırtınası yaşattı bana bu film. Lan bende mi var bi yamukluk. Hem ağla, hem bi bok anlama, üstüne bokla ama soranlara güzel film de filan. Neyse güzel film anlıyacağınız:p

9 Kasım 2008 Pazar

Obama sevinci


Ne kadar ilkel bir zamanda yaşıyor olduğumu farkettiğim anlarda aslında harbi harbi tırsıyorum. Bu anlardan birini de ABD seçim sonuçları açıklandığında verilen tepkileri görünce iliklerime kadar hissettim.

Adamın biri okumuş etmiş, araştırmış kendini geliştirmiş, görmüş yaşamış sonra da siyasete atılmış ve prizidint seçilmiş. Bütün dünyada bir duygu seli, bir kendini heder etme, jiletleme kültürüne aşina olsalar kim bilir belki kan akacak! ki güzide memleketimizde kıtır kıtır koyun doğradılar kurban hesabı sırf bu adam seçimi kazandı diye.

Neymiş efendim, derisi solaryumda fazla kalmış gibiymiş.

Yaw bırakın. Manyak mısınız nesiniz kardeşim.

Daha barışçıl, daha insancıl söylevleri varmış.

Vay ne kadar zor di mi insancıllık, barışçıllık bilmem ne.

Anası şuymuş, babası buymuşla, geçmişteki korkunç saçmalıkları baz alıp bu güne şükür etmekle, yarınla ilgili umutlarımızı tek bir kara şovalyeye bağlamakla daha ne kadar yol alırız, nereye gideriz bilemem.

Ama anladığım kadarıyla bu, dünyanın geleceği için büyük bir adım olarak algılanıyor. Bu büyük adımsa şimdiye kadar bu yolu bu kadar geç katetmiş olmamızdan doğal bir şey yok.

Ayrıca orda sigara içme, burda sigara içme. NERDE İÇECEM KARDEŞİM BEN BU SİGARAYI! Satarken iyiydi ama di mi?

1 Kasım 2008 Cumartesi

Kahraman zabıtalar vatan haini simitçiye karşı

Memlekette enflasyon çok. Misal sonunu düşünmeyen kahraman enflasyonu.

Bu gün gözümün önünde bir büyük destan daha yazdılar. Bu her ülkede olmuyor. Damarlardaki asil kandan olsa gerek.

Evet milletin sağlığına, devletin toplayacağı vergiye gözünü dikmiş, bölücü, bebek katili, kara para aklayıcı, bulunduğu mevkiyi çıkar edinme amacıyla kullanan, sübyancı bir simitçiyi derdest edip, bir güzel de hakladılar. Ağzına burnuna giriştiler, tekme tokat yere serdiler. O günah yuvası simit tezgahı dağıldı, simitler sokağa yayıldı.

Bu nasıl bir destandı ki koskoca sayıyla 1 simitçiyi 4 adet zabıta etkisiz hale getirdi, daha sonra destek ekip talep ettiler ve toplamda 8 adet zabıta ile simitçi zabıta müdürlüğüne nakledildi.

Zabıta müdürlüğünden sonraki kısmı sizlere aktaramıyacağım. Çünkü son derece şeffaf olan devlet anlayışımıza karşın bendeniz kendilerini içeri girip takip etmeye devam etmedim. Zira bu büyük kahramanlar gösterdiğim ilgiden bunaldılar. Zati bu alçakgönüllükleri değil mi onları kahramanlaştıran. Yoksa her biri götü kalkık, sadist, psikopat filan olarak ele alınabilirdi. Rahat uyu Türkiyem. Bu gece de kimse muhtemelen sağlıksız koşullarda üretilen, satılan simitler midesindeyken uyumıcak (gerçi bunların yapıldığı fırınlar kontrol altında die biliyoruz ya neyse). Hiç kimse verdiği paranın bir kısmını harç olarak devlete ödememezlik yapmayacak. Pazardan aldıkları ve sağlık kontrollerinden geçmiş, vergisi ödenmiş diğer muhtelif gıdaları tüketmiş, çin malı muhteşem sağlıklı polar battaniyelerine sarınmış bir vaziyette uyuyacak her biri.

Ve Türkiyem bu kahramanlarını unutma. Onlar ki pamuk helva operasyonları olsun, pazarın zamanında kaldırılması için yaptıkları son derece kibar uyarılar olsun her gün ayrı bir destan yazıyorlar.

30 Ekim 2008 Perşembe

perihan beni kovdu

Öncelikle http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=YazarYazisi&ArticleID=905772&Yazar=PERİHAN%20MAĞDEN&Date=30.10.2008&CategoryID=96 sonralıkla ise söyleyeceğim şunlar;

Perihan Hanım'ın bahçesine sıklıkla dalanlardan değilim. Dolayısı ilen sözlükte (Ekşi sözlük) gezinirken, yani bir link vasıtasıylan öylesine uğradığım bir yazıdan kovulmak çok da iplediğim bi hadise değil aslında. Ama yine de bir şekilde Perihan Hanım'a haddini bildirmeye karar vermiş bulunuyorum. Bu hanıma gıcığım efenim. Ve fakat yeterince açık konuşamayacak olmanın verdiği bir rahatsızlık da yok değil.

Bir vakitler sözlükte filan yazar iken bir kısım kesim gayet şuursuz bir biçimde "Efenim tarzınız filan ne kadar Perihan Mağden'e benziyor" demek suretiyle kan şekerimi, tansiyonumu hoplatır idi. Tabii yeterince açık konuşamadığımdan ki açık konuşunca ne güzel konuşuyorum lan, o vakit içimden verdiğim tepkileri tahmin ederek bulabilirsiniz. Dışarı ise "Hadi ordan" demekle yetiniyordum. Bazen "survive" filan derken oluyor böle istemdışı sosyalleşmeler.(Perihan'cım anladı beni. İnglişçesi pörfet)

Gelelim ana mevzunun nüvesi Cadıhan hanıma.

Bir kere "Sen şunun oğlusun ondan öyle filmler çekiyorsun", "Sen boş kafasın ondan yanlış biliyon", "Hepiniz ya onlardan ya bun-lar-dan/**&+" şeklindeki tespitlerin var ya. Hah yavrum ben merak ediyorum sen kimin kızısın? Iq'un kaç? Ve kimlerdensin bacım?

Anladığım kadarıyla Atatürk'ü sevmiyorsun, Türklerden tiskinme olasılığın yüksek, ha bir de "Çekerim AKP desteğimi senden" filan gibi bişiler yazmıştın ahah...Ay ben de seni gereğinden fazla tanıyorum ya. O kadar gözümüze gözümüze soktular ki seni. Ve ben seni okuyacağıma Ayşe Arman'ı okurum o derece.

Şu kendini aydın yahut artık her ne naneyse onu zanneden kitleden çıkan en gereksiz ve itici tespitlerin, histeri krizi mamülü, kişisel görünümlü güdümlü fikirlerin, duygu ve mantık bütünlüğünden uzak ama herhangi bir serbest dışavurumdan çok çirkin bir kolaja benzeyen anlatımın, çoğu zaman acınacak ve genellikle kişiyi ailene haber vermeye ya da ambülans çağırmaya teşvik edecek ifadelerin ve sen Perihan. "Kasedimi türbanlılar" almasın dediler anlarım. Adam dünyaya bir güzellik sunduğunu düşünür ve bunu sevmediği kişilerle paylaşmak istemez. Ve fakat sen ey kendini dalgaların deli kızı, dağların bir numerolu çobanı, özgürlüklerin yılmaz bekçisi sanan Peruşum, sen neden mahrum ediyorsun bizi?

Amacın Atatürkçüye giydirmek mi, onun dedikodusunu yapmak mı? Radikal okuyan bana göre gayet gereksiz nesli gütmek mi tek derdin? Bu ülkenin en paçoz, en kirli, en götünden sikilesi orrospu çocuklarının ekmeğine yağ sürmekteki bilinçli yahut şuursuz gayretinin kökü nerde?

Köşkün birinde kendini tesettürlü barbie sanan hanımla yaptığın kısa ve hoş sohbetlerin, acaba bu ülkenin özgürlükler konusundaki ilerlemesine ne gibi katkılarda bulundu?

Özgürlüğü esirlerden aldığı destekle sağlayabilirsin. Ama özgür olmak isteyen esirlerden. Peşkeşçi, dalkavuk, fırdönek esirlerden değil.

Bu gün bu ülkede birileri çıkıp eğer Atatürk hakkında yapılan bir filmden öyle veya böyle rahatsız olursa, ve insanlar "Bu hepitopu bir film, bir deneme, bir belgesel çalışması" deyip geçemiyorsa bundan sadece kraldan çok kralcı bürokrasinin, kral öldü yaşasın halife diye bağıranlar sorumlu değildir. Giyinik ama sadece alışamadığın bir kıyafeti tercih etmiş bir kral için "kral çıplak" diye bağıran gerikafalı, kapasitesiz, yobaz insanların da eseridir.

Bir toplumun %51,89998'i yahut %67'si yani çoğunluğu ne zaman nitelikli, kendinden emin, kendi kararlarını kendi verenlerden olabilir? Köpekler gibi şekerle, etle, hatta topla kandırıldıkları sürece böyle bir şey mümkün mü?Öyle değilse neden lojistik destek sağlıyorsun bu heriflere? Seni de mi kandırdılar?

Türkiye'de derin mevzular vardı, olacak. Peki biz bu mevzuları böyle gayri ciddi, böyle kan davası mahiyetinde, politik çıkar amacı güderek mi takip edecektik. Neden alenen suçlu olan birileri evlerinde, yazlıklarında, müdür koltuklarında otururken kara listelere alınmış isimler içeriye alındı tek tek? Nerde başlıyor nerde bitiyor senin özgürlük anlayışın Perihan Hanım? Belli ki askerliğin başladığı yerde bitiyor.

Anarşistlerin de neyi sevip sevmeyeceğine karar verdin ya. Müslümanlar el kesmiyor diye şaşırmıyorsun da "Bana otorite, kural dayatamazsın" diyenlerin okuyacağına pek güzel karar veriyorsun. Ah be gözüm anarşizm böyle bir şey. Anarşist evladı anarşist Fransız ihtilalinde gider Jakobene destek olur. Canı ister "Peace" der (bunu da bir radikal okuyan gençler bir de peruş anladı) ota sarar, ot sarar, canı ister gider federal bilmem ne binasını bombalar. Yani senin kafanda çok net bir "Anarşist" belirmiş ama o kadar az sayıda olup bu kadar çeşit olana ben başka bir dünya görüşünde rastlamadım. Aslında senden de iyi anarşist olur ha, belki de öyle sanıyorsundur kendini kim bilir. Ama ben yine de sevmem seni boşa kasma.

Hani sen diyorsun ya "Okumayın beni" ve hatta tepiniyorsun bize geçirdiğin duyguya bakarsak, hatta tırnaklarını bile yiyiyor olabilirsin. Belki de Dündar'ın filmindeki Atatürk gibi yalnız, mutsuz ve umutsuz, anlaşılamamış biri olarak 1 büyük rakı devirdin de yazdın bu yazıyı. Yazık ama gözüm be. Bak sirozu var, kanseri var, yazıktır gençliğine. Radikal gençliğinden bahsediyorum. Ahahah ben onları kovmam ama. Gençliklerine veriyorum.

29 Ekim 2008 Çarşamba

İleri tecavüz teknikleri

Açık konuşacağım kardeşim. Am bekçiliğinden sik avukatlığına uzanan geniş yelpazede bir o yana bir bu yana yol alanların götüne koyayım.

Siktiminin, bunak, sik düşkünü, kafasız, yüzsüz, arsız, orrospu çocuklarına her kim kol kanat gererse, anası, bacısı, çoluğu çocuğu bu sapıkların düşlerini süslesin. Belki o zaman "sineği sikti ama kimsenin beli incinmedi" deli saçmalarına kendileri de hayret eder.

Götüne koduklarımla dolu memlekette eğer bir kişi bile 14 yaşında çocuğu kendine allah tarafından ikram edilmiş bir et parçası olarak görüyorsa, başına da allahın sardığı bela olarak algılayacağı 5000 Cengiz Han düşsün. Eğer bu ülkede bir tane bile allahın belası çıkmıyorsa bize de yazıklar olsun.

Ulan sayın ebesi sikik orrospu evladı yarrak kafalı kerhanede düzülmüş yavşak ibneler! Ne çeşit belaymışsınız lan siz! Düne kadar dedim "götümüzü bile satarsınız" diye ama, çoluğun çocuğun ırzında gözünüz olduğu da belli, yine de lan şerrefsiz kıl dönmesi mahlukatlar bi de bunu legalize mi ettireceksiniz lan!

Hayatta her türlü puştluk kabulümdür. Olur böyle vakalar derim, bazen siterim karşımdakini bazen anında silerim hafızamdan. Yahut da sittiminin salak karısı kendini ikinci sınıf olarak kabul ediyorsa girsin çarşafa, hatta ayağına taş bağlayıp köprüden de atabilir kendini. Neticede o kadar basmıosa kafası, yoksa iradesi, ne skim eziyet çekerse çeksin. Zaten o karının algısı zayıftır. Çektiği eziyeti bile farketmez çoğu, kafa dumanlı mübarek. Amma sen 14 yaşında kızı eğer ki yok regl olmuş, yok kıvama gelmiş diye sikmeye kalkarsan, bir de bunu yasallaştırtırsan senin de ırzına eşşekler geçsin lan. Biz de filme alalım youtube'a koyalım. Hatta ağzını burnunu siksin filler.

Açık konuşuyorum. Alayınızı sikiyim.

Kemal


Günlerden 29 Ekim saatlerden 11:30 iken elimde bilet, etrafımda en güzel elbiselerini giymiş, makyajını yapmış cumhuriyet teyzeleri(makyaj kısmı hariç annem de bu güruhtan) , çoluğunu çocuğunu kapmış getirmiş tatlısu müslümanı, laik, Atatürkçü (hayır "Kemalist" değil efenim, onu sonradan gündeme kakaladılar, bizim köyde "Atatürkçü" denir. Yanisi apolitik, atatürk ne içtiyse aynısından ısmarlayan kitlenin mensubu) bir kesim bekledik "Mustafa" başlasın da izleyek deyü.
Şimdi tabi "Mustafa" Atatürk'ten bahsedilirken sıklıkla tek başına kullanılan bir isim değil. Nitekim Atatürk de ya "M." veya hiç kullanmayarak imzalarını atıvermiş oraya buraya. En çok "Kemal" demiş kendisine anladığım kadarıyla. Onunüçün de başlık "Kemal".
Kendini kendi tanımlayacak insan, kendi sıfatlandıracak, kendi adlandıracak. Bunu yapmayan/yapamayan adam bırak tarihi şekillendirmeyi, "Bi durun lem! Bu iş öyle olmaz böyle olur" deme cesaretini göstermeyi, iki eliyle bi sikini bile doğrultamaz.
Can Dündar bu ismi "o aslında içimizden biri" mesajını vermek, onu en saf haliyle tanıtmak için kullandığını söylüyor. Yani dikkat çekmek için değilMİŞ. Ama önemli değil tabi. Mustafa, Kemal ya da Atatürk veya iblis yahut dinsiz deyin. Atatürk yine bildiğiniz Atatürk. Ama tabi her zamanki gibi genellikle bakıp da göremediğiniz.
Film, tarihteki bir kısım detaya şöyle bir dokundurup geçmiş ama süre kısıtlı tabi. Filmi pek çok yapımdan ayıran en önemli özelliği bizim resmi tarihte çok da vurgulanmayan bazı önemli konulara alenen değinmiş olması. Misal Atatürk'ün kürtlere özerklik sözünü vermesi (Gerçi Atatürk de köprüyü geçene kadar dinciye, komüniste ona buna "he he" demek durumunda kalmış ondan dolayı bence bu söze çok da güvenmesin bazıları tezlerini savunurken).
Biz hiç Atatürk'ün "Sevgili müslüman kardeşlerim ve komünist yoldaşlarım" diye başlayan cümlelerini okumadık misal tarih kitaplarında. Yahut onun tepeden indiği iddia edilen kitaplarla, gaipten alınan ilhamlarla, dogmalarla değil hayatın gerçeklerinden alınan ilhamlarla ülke yönetme vurgusundan haberdar edilmedik.
Elitist anlayışın doruklarındaki yapısı, dikta yönetimi anlayışı vs'si yani okuma ve araştırma külfetine katlanan pek çok kişinin kolaylıkla ulaşabileceği ama ona zahmet etmeyenlerin devletin resmi politikası gereği bihaber oldukları pek çok mevzu nihayet toplu bir biçimde gündeme getirildi. Ama tabii ki detaysız, yorumsuz biraz da yavan bir biçimde.
Çünkü biraz daha detaya inildiğinde işler karışıyor. Ama yine de belki birilerinin kafasında bir soru işareti yanar. Birileri de neymiş acaba, neler olmuş diye meraklanır ne bileyim.
Ancak öyle olursa küçükken hocadan yediği dayağa bağlamaz birileri medreselerin kapatılmasını. Daha bir derin analizler yapabilir. Çünkü filmin böyle bir mesajı olmasa dahi o söylenen sözü aynen alıp hafızaya yazan zilyon tane salak var.
Şu meşhur "Atatürk'ün gözü düzeltiliyor resimlerde" iddiası da gayet normal bir biçimde anlatılıp geçmiş. Yani atamızın gözü şarapnel yüzünden biraz kayık. Paniğe lüzum yok.
Çıkan isyanlardan çok Fikriye, Latife ve diğer aşklara vurgu yapılmış. Bu aşk mevzuları çok insani göstermiş tabi Atatürk'ü heralde. Bunlar da önemli mevzular ama çıkan isyanlar, anlaşmazlıklar, dönen oyunlar, alınan kararlar ve sonuçları bu kadar da silik değil bu gönül maceralarının yanında.
Ve tabii ki Atatürk'ün yalnızlığına yapılan vurgu. Hüznüne odaklanmalar. Kusura bakmayın elbet anlaşılamama, yorgunluk kimi zaman bezme söz konusu olabilir. Ama o kadar da yalnız, depresif, neşesiz bir hayat değildi son yılları gibime geliyor.
Yani belgesel olarak zayıf, kurgusal olarak fazla tarafsız gibi gözükme kaygısında bir taraflılık söz konusu.
Yine de "Beni hatırlayınız" diye rica eden bu çılgın Türk'ü izlemenin verdiği coşkuyla filmin bitiminde filmi alkışlayan, çıkışta karşılaştığım sosyal aktivite olarak okul gezisiyle filme gelen çocuklara şunu sormak isterim. "Onu hatırlayacak mısınız?".

24 Ekim 2008 Cuma

22 Ekim 2008 Çarşamba

Abuklamname 3


Şöyle de bir Tuna Kiremitçi havası yakalamak ne güzel be. Misal Nick Cave. Aman o ne öyle!

Bazen kendimi ertesi gün giyeceğim eteği kolalarken filan hayal etmeye çalışıyorum. Ama kolalamak nasıl bir kimyevi işlem hiç bilemiyorum. Hadisenin kimyevi olduğundan bile emin değilim. Frank Sinatra iyidir ama. ABD milli marşını söylerken değil. Aaa-meee-ri-caa, Aaa-mee-ri-caaa...shining pupuuu tam da burda Nina Simone'dan bahsedebilirdik ama hiç gerek yok.

Sevgili herkes. Olan şu. Neye sahip olmak istiyoruz? Neye sahibiz? Nedir yani. Belli ki bir paket sigara, bir litre kola yanına da sarma ile olmuyor bu işler.

Olaylar hiç de Moulin Rouge'daki gibi gelişmiyor. Zaten onun da bir olayı yok aslında.

Catherine Zeta Jones olmuş taş. Bir zamanlar Serpil Çakmaklı gibi olmasının bir ehemmiyeti yok zannımca. Bizim de düne kadar götümüzdeki boku temizliyorlardı.

Şunu açıkça beyan etmek istiyorum. "Ay kedi, öf köpek" diye kaçışan tipler var ya. Ha farkında değilsiniz ama ben de sizden kaçmaya çalışıyorum.

Ya bir de fikir mülkiyeti, telif hakkı şu bu var. Off hepimiz ölücez.

Ne bileyim bazen akbil'in var diye meksika sahillerine gidebilirsin sanıyorsun. Oysa mustakil Shawshank'inde kurtuluş hangi kitabın içinde bilmiyorsun.

Salute!

17 Ekim 2008 Cuma

Apocalypto



"Apocalypto" Mel Gibson kişisinin Maya tarihi, kültürü ve edebiyatı ile alakalı resmi görüşlerini şahane bir şekilde sunmuş olduğu filmi oluyor efenim. Fakat filmin adı yunan dili ve edebiyatından. "yeni başlangıç" yahut "kıyamet" gibi anlamları mevcut deniyor. Adı yunanca ve fakat nasıl ki isa'nın derdini aramca dinledik mayaların derdini de yukatek'ten alt yazı dinliyoruz.

Tabi Mel Gibson'ı az çok tanıyoruz. Kendisi dini bütün, şiddet eğilimli, alkolik ve sıradanlıktan kahramanlığa geçiş yapan bilimum peygamberimsi insan öykülerini tarihi atmosferlerde anlatmayı seven bir kimse.

Nasıl biri olduğunu çıkardığı işlere yansıtan biri olduğu için filmin asıl mesajını "O çok gelişmiş uygarlık dediğiniz varolma biçimlerini dünyadan kazıdık ama sor bak niye kazıdık?" olarak ele alabiliriz. Ve fakat ben Mel'in ne anlatmak istediğiyle değil kendim ne anladım ondan bahis açacağım.Ha bir de filmde mayalar, aztekler, inkalar hepisi birbirine karman çorman olmuş olabilir. O kısmı da es geçiyorum netekim belgesel değil film bu.

Film şöyle başlıyor. "Büyük bir uygarlık kendi içinden parçalanmadıkça fethedilemez". Kim demiş? William James Durant. İyi güzel. Ben de bazen yazılarıma (böyük yazar maria sırlarını açıklıyor:p) böle işte zamanında bilmemkim ne demiş diye başlarım. Sebep? "Aslında ben yeni bir şey söylemiyeceğim diyen demiş hepsini" demek.

Efendim yani anlayacağınız sevgili Mel sanırım diyor ki misal aztekler altınları ele geçirilsin diye Cortez tarafından soykırıma filan uğramadı. Cortez az daha beklese bunlar kendiliğinden hakkın rahmetine kavuşacağdı. Yani öyle silahlanma, askeri taktik, üçkağıt filan boşa yordu adamcağız kendini.

Mel'i bu durumda sağ başparmağımla ve onun kankası sol orta parmağımla tanıştırmak isterdim.

Efendim tabii ki ulusların kendi temelini en güzel içindeki tahtakurular filan çatırdatır şudur budur. Ama güney amerikada yaşananları bu şekil açıklamak için çok sıkı dindar olacak kadar aptal ya da sarhoş olmalıyız zannımca.

Geçelim filmden aldığımız tada tuza. Görsel olarak, oyunculuk olarak, klasik ama sağlam kurgusu bakımından ve de müzikleri de ki tam tam tum tum kısımlar için konuşuyorum gayet de harikulade iş çıkartılmış.

Film ne anlatmaya çalışırsa çalışsın bir kez daha anladık ki medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar. Şimdi adaya geldi elde haç bir kısım kimse ne oldu? Yani daha beter bela geldi. Demek ki neymiş daha büyük medeniyet daha büyük diş, daha büyük canavar.

Kardeşim diyorum size, mis gibi gidip takılalım ormanda, mağarada. En kötü ihtimal jaguar gelir suratını parçalar ki onun da üç beş önlemi var. İki börtü böcük sokar ki onları açık yarayı dikiş niyetine kullanmış insanlar. Bi süre lost hesabı geçiş süreci sıkıntısı olacak. Lakin sonra vazgeçmek mümkün olmayacak.

Şehirleştikçe manyaklık artıyor. Ne kadar çok insan bir araya gelirse o kadar sorun çıkıyor. Her türlü manyaklık olağan bir yaşama biçimi halini alabiliyor. Çok insan çok manyak olasılığı ve her manyaklığın peşinde akıp gidebilecek bolcana hıyar.

İşin açıkçası ben de küçükken, ama yani harbi epey bir küçükken üstelik de tarımla filan uğraşmadığım halde güneşi tanrı filan gibi bir şey sanırdım. Gerçi o kadar küçüktüm ki (diyeyim toplayım biraz) ay ve güneş'i aynı şey sanıyordum. Dünyadan uzaklaştığında ay, dünyaya yaklaştığında güneş olduğuna dair bir görüşüm vardı ki aynı anda gökyüzünde nasıl olabildiklerini nasıl açıklıyordum bilemiyorum. Ama tabi "Dur iki kedi kesiyim de akacak kanla memnun edeyim güneşi" gibi bir derdim yoktu zira elbise, bisiklet gibi isteklerimi anne tanrıçasından talep ediyordum.

Yani aslında bu tip salaklıklar, inançlar, vahşet, ve daha bir çok şey çok da değişmedi. Sadece giyim kuşam alet edevat değişiyor, insan o kadar da çabuk değişmiyor. Zaten bi bakıyorsun sümerler, antik yunanlılar, romalılar, mayalar, hindular şunlar bunlar çok farklı coğrafyalarda çok farklı tarihlerde dön dolaş aynı şeyleri anlatmışlar. Daha hala da böyle gidiyor. Mitler değişiyor sadece. Bu evrensel gerçeklerden bahsetmekle alakalı değil, evrensel korkular ve insan olmanın zorluklarıyla alakalı.

Filmdeki yaşlı mayalı amcanın da dediği gibi içindeki boşluğu doldurmak için bir şey, bir şey, bir şey daha istersin ve doğanın sana verecek bir şeyi kalmaz bir süre sonra. İçinde boşluk olanların manyaklıklarına da şahit olup dururuz.

Benim güneş hayranlığım neyseki hayranlık safhasında kaldı. Daha hala da güneşe bakınca içim ısınır, yaşama sevinci gibi bişiler hissederim. Kusura bakmayın ama içimde hiçbir zaman tanrı ya da tanrıları memnun etmek adına herifin birinin kellesini koparıp merdivenlerden fırlatmak, yahut koyunu kesip kanını alnıma sürmek gibi manyaklıklara yol açacak bir boşluk hissetmedim. Hissedersem de 112'yi filan arayın bi zahmet.

10 Ekim 2008 Cuma

mülakat çılgınlığı


Benim gibi emekliliği gelip de daha hala iş görüşmesine gidecek potansiyele sahip manyakların çok hakim olduğu bir mevzudan bahsedeceğim bu gün.

Evet konumuz mülakat, yüzyılın en hastalıklı aktivitesi.

Çalışmak istemeyen adam ne yapar? Çalışmaz. Oldu canım. Az çalışıp, çok para kazanıp bir an önce para da biriktirmek suretiyle Dilbert'lıktan istifa etme arayışına girer. Ya da karı/koca bulur filan. Ama evli olmak da bi iş tabi. Tam zamanlıdan öte 7/24 filan hatta.

Şimdi böyle böyle plan yapıyoruz ediyoruz. Yeni iş imkanları, gelir kaynakları arıyoruz. Saolsun moderen köle tüccarları olsun, sahipler olsun "gelsin görelim" diyorlar gidiyoruz ebemizinkini göstermeye.

Ben burada mülakat trickleri filan verecek değilim. Netekim çok iş değiştiriyorum ama kariyerim başladığı günden beri düşüş trendinden kurtulamadı. Allah inandırsın evde bebeler aç, saksıdaki çiçek bile kendini intihar etti, kedim 3 işte çalışıyor filan. Yetkili ve de yetkin değilim yani o mevzuda.

Benim asıl mevzum mülakat üzerine beyin meltemi olacak anlayacağınız.

Abicim baron değilim, kahya değilim ben kime yapacam mülakatı? Kimin ömründen çalıcam?Kimin zekasını sorgularken gerzekliğimi teşhir edicem?

Düşündüm taşındım "ben de hayatıma alacağım insanlara yaparım" dedim bu işkenceyi. Kusura kalmayın şimdiye dek çok beynimi miktiler bu mülakat bokuyla, ilahi denge adına benim de birilerini mikmem gerek(Tabi bunun için gönüllü adaylar olması lazım. Şimdilik bu kısmı es geçmek durumunda kalıyoruz). This is Karma! (Bunu da kıçımdan anlamışım gibi gelio ama:p).

Bunun için çeşitli tüzel, tikel, tekel, tekil kişi ve kişiliklerle şöyle mülakatlar tasarladım;

İş yeri ile mülakat;

-İyi günler Maria hanım. Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?
-Siz bi bahsedin bakiyim kendinizden önce.
-Euu tabi. Şirketimiz yüzdeyüz yabancı sermayeli bir...
-Rus musunuz?
-Hayır nerden çıktı bu?
-O etekle ayakkabıyı nerden aldın? Laleli mi? Sikişgen misin?Nedir bu halin senin?
-Aaa. Siz kim oluyorsunuz da...
-Ben orospu olup olmadığınızı anlamaya çalışan bir adayım. Yüzdeyüz yabancı sermaye derken kendinizden mi bahsediyorsunuz? Rus musunuz?
-Şimdi güvenliği çaırıyorum?
-KGB'yi mi
-Allan manyağı çık çııık
-Ortodoksların allahı olur mu be?
-Ayy imdat.
-Ben katolik olmayı düşünüyorum. İş yerinizde şapel filan var mı? İtmesenize kardeşim. Mülakat hakkı engellenemez!De get pis gomünistler sizi...

*******

Bakkal ile mülakat;

-Eyi günneeer.
-İyi günler beyfendi ben Maria adınız?
-Hüsam Gavatoğlu
-Adınızın sosyal anlamda yaşattığı stres kaynaklı psikolojik sıkıntılarınız var mı?
-Adımın sosyal nesi varmış mı? Anlamadım :I
-Peki yok diyorum ben. Satacağınız gazeteleri kırıştırarak okuyup, bulmacalarını, eklerini filan iç eder misiniz?
-Prensip icabı hayır!
-Mükemmel. Karınızla aranız nasıl. Haftada kaç kere seks yaparsınız?
-Sapık mısın kardeşim. Siggigit...sigigit
-Beyfendi böyle yaparsanız korkarım haftasonlarımı hipermarket kasalarında bekleyerek geçiriciğim.
-Siggit...sigigit...

******

Feysbuk arkadaş listesi adayı ile mülakat;

-Sevgili Mahmut. Arkadaşlık rekuestini gördüm. Fakat prosedür icabı seni listeme almadan önce bu mesajdaki soruları cevaplayıp göndermen gerekiyor. Sorular şöyle;

1)Yazdığın notta "meraba mari ben mahmut ilokuldan hatırladınmı" demişsin. İlkokul öğrencisi misin? Son türkçe sınavından kaç aldın?

2)Profiline doğan görünümlü şahin'in önünde dikilme fotoğrafı koymuşsun. Mallık var mı biraz?

3)Seni listeme alsam bana hangi aplikasyondan hangi gift'i yollardın.

4)Dürtüklemekle aran nasıl. Dürtücü bi kişi misin?

5)"Şu an ne yapıyorsun?" sorusuna aşağıdaki şıklardan hangisini yazardın?

a)Maç izliyorum
b)Karının birine webcam açtırmaya çalışıyorum
c)147,895. smiley'imi yaptım, enter'a basıyorum
d)Allah'a küfrettim belamı vercek mi diye bekliyorum
e)Dalgalanıyorum duruluyorum

Başarılar.

******
Tabii ki sevgili adayı ile mülakat;

-Öncelikle bir takım sorularım olacak sevgili Bodurcan
-Sor Maria
-Bi kere dürüst olalım. Her şeyden önemlisi kaç santim?
-Nasıl kaç santim?
-Brütle uğraştırma beni sen neti söyle
-Boyum mu?
-Hesaplattırma bana şimdi, ölçmüşsündür sen. Kaç çıktı?
-xx cm

(burda belirli bir skalanın içinde olan cevaplar must! Ona göre mülakata devam edilir yahut adaya hayatta başarılar dilenir. "Cinsellik her şey değil" filan gibi şeyler söylenip teselli edilir. Durumun vahametine göre artık)

-Ağırlık çalışır mısın Bodurcuğum(Bir önceki cevabın çok olumlu olması hallerinde kullanılan tense)
-Bazen dambıl filan (Aday olumlu gidiyor. Yük hayvanı olarak kullanılabilite high)
-Çok güzel. Misal haftasonu sen bi yerlere gitmek istedin "ben malak gibi yatasım var gelmem" dedim. Ne dersin?
-"Peki" derim. Maça giderim. Kahveye giderim. Wow oynarım 48 saat(Olumlu. Aday tek başına vakit geçirebiliyor. Ama ideal cevap her zaman için "Yemek hazırlarım, sana masaj yaparım" gibi şeyler. Tabi ideal bir dünya değil burası.)
-Harika.Yalan söylemeyi becerebilir misin?
-Ohoo piç Bodur herkes bana ahıahı...
-Çok güzel(Biraz salak ama iddialı bu konuda. Umarım becerebilir)
-Peki Bodurcan. Ben sana en kısa sürede döncem. Olmadı bi deneme süresi ayarlarız oki?
-Ha bu arada ben net cm'yi söyledim. Kafayı da çıkardım. Ona göre değerlendir.
-Tel kaç demiştin sen?

5 Ekim 2008 Pazar

aktütün karatütün

4 Ekim'de Şemdinli Aktütün karakolu PKK'lılarca basıldı. Netice ölenler, yaralananlar, feysbukta siyah kurdelalar...

Şimdi bir karakoldakilerin yerine koyuyorum kendimi. Takvimde şafak -1 daha yapmışım. Ne bileyim belki mektup yazıyorum allı güllü bir şeyler çiziktiriyorum. Postaldan bezmişim, parmak arası terliğin varlığını takdir eder olmuşum belki. Takılıyorum işte kendi halimde. Takılmak değil bu tabi devlet vermiş elime silahı. Yan gelip yatmıyorum, kınalı kuzu gibi bekliyorum işte. Sonra bir gürültü bir kıyamet. Bir bakıyorum her şey soğuk, ben soğuk. Dramatize etmiyorum yani bunun gibi şeyler işte yaşananlar. Daha da dramatize edilebilinir kabul edin.

Bir de elde silah karakol basanın yerine koyuyorum kendimi. Olmaz demeyin o da bir insan biz de. Elimde silah birileri demiş "Git şu karakolu bas. Öldür kim varsa." Tıpkı kınalı kuzu gibi yine aslında. Kurban bayramında süslenip püslenen. Kanı bir şeylere feda edilmeye hazır.

Şimdi birileri birilerini dürtüklüyor. Hani "Gelmeyin oyuna" deniyor habire de kim ebe kim sobe ben anlamıyorum gerçekten.

9 Ekim'de terörle mücadele toplantısı yapılacak. Asker uzatma süresi isteyecek hakemden. "Sınır ötesinde işim bitmedi daha" diyecek. Belki harçlık isteyecek ne bileyim. PKK da mal ya. Tam da bu toplantının arifesinde Bruce Lee gibi "gel gel" yapmaya karar veriyor.

Kusura bakmayın benim kafam karıştı biraz. Ben böyle durumlarda bu işten kimin çıkarı olur diye düşünürüm hep. Açıkçası çıkar elde edecek çok kesim geliyor aklıma. Ama hiçbiri de o karakolu basanların ya da o karakolda basılanların ve ailelerinin dahil olduğu kesimler değil.

Sevgili Bülent Ersoy. Koy adaylığını vericem sana oyumu. Ahan da bunu da yazıyorum buraya.

4 Ekim 2008 Cumartesi

intihar mektubu



Fahişelik en eski meslekse intihar da en eski hobidir tahminim.
Pek çok insan kendi intiharını kurgulamıştır. Bu pekçoğun pekçoğunluğu da olayın tamamen bir kurgu olduğunun bilincinde öylesine senaryolar yazarken, bazıları cenazesine katılacakların listesini hazırladığı gibi gezegenlerin ölüm anındaki konumunu bile hesaplamıştır. Bu kadar detaya giren adamı da hiç mi önemsemediniz kardeşim!

Her intiharın süsü intihar mektubudur. Yazmadan basıp gidenin edebiyata saygısı olmadığı gibi imlası da benimki gibi boktandır.

İntihar mektuplarında en sevmediğim "Bu kimsenin suçu değil" cümlesidir. Rica ederim hayatınıza giren insanların hakkını teslim edin. Herkesin ama ufak, ama büyük bir katkısı vardır.

Kimisi size hayatta güzel şeylerin de olabileceği ümidini vermiştir. Kimisi de direk azınıza sıçmıştır. Gelen geçen herkes bi bok yemiştir yani.

Misal veriyorum idealim mektupla alakalı olarak. Şöyle şeyler görmek istiyorum deyü;

"Abdürrezzak sözüm sana. Sen su katılmamış bi o.ç'sun bunu bilesin. Sevdiğim o.'yu ayartıp zükmen yetmemiş gibi bi de gittin nişanlandığım şapşal karıya bile iş oldun. Sen ne hazımsız bi herifmişin be. Neyse senden aldığım 10bin ytl borç vardı ya. Ha yedim ben onu, geçmiş ola"
Ya da
"Azına zıçtımının ilkokul öğretmenime de gıcıktım zate. Karı "Sende müzik yeteneği yok evladım" dedi. Ulen ırıspı senin yüzünden belki de kral tv müzik ödülümü alamadım. Nice karı kız donunu ve içindekini önüme fırlatacaktı belkide. Abazan geldim abazan gidiom mına goyyim..."
Olmadı
"Ayrıca nevbahar apartmanında oturan o yeşil gözlü çocuğa da haber edin. Ulen kaç kere bakkalda karşılaştık bi yüzüme bile bakmadı. 32 tane aşk şiiri yazdık herife daha adını öğrenemeden gidioz a.k."
Veya
"Annecim. Hani hep yaptığın meşhur lahana çorban var ya. Ha işte onu yapma sen. Bok bulamaç bişi o. Bu, bi de beni doğurman dışında bi yanlışını görmedim gerçi.."
Sevgili ölümden değil yaşamaktan korkan arkadaşlarım. Haklısınız. Yani ben de sabah uyanmaktan hoşlaşan biri değilim. Öyle her yaşadığı yeni günü neşesiyle kutsayan zırzoplara da tahammül edemiyorum açıkçası. Anlıyacağınız ben de sizdenim. Biraz daha özen ve samimiyet ltfn tşkr.





30 Eylül 2008 Salı

homo iphoneus


Bence millet boşa kasıo, tee afrikadaki orda burdaki bilmem ne zımbırtısı özelliği taşıyan x hayvanının peşinde helak oluyor. Yok efendim kışın yerin altına iniomuş da, yavrusunu kesesinde taşıomuş da, saatte 120 km hızla koşuomuş da, özel bi salgıyla avını felç ediomuş da falan filan. İnsan denen hayvanı incele incele bitmez ki daha. Aha bak melullerime. Neymiş efendim iphone kuyruğundalarmış.
Düşünün ki penguenler hakkımızda belgesel çekio. Ahan da bu kuyruğu da koymuşlar belgesele. Penguen alemindeki itibarımızı bir daha kim kurtarabilir sorarım size?
Ben gerçekten varoluşun çok temellerine inebilecek teknolojiye sahip olabileceğimize inanıyorum. Ve fakat insan varlığının gerekliliğini asla ispat edemeyeceğiz gibi. Ya şu insanlar olsa ne olur olmasa ne olur, hatta olmasa ne güzel mi olur?
Güzel kardeşim eskiden iphone mu vardı. İphonesuz mu kaldın kireçsiz odalarda. Üşüdün mü, üşüttün mü noldi?
Bana bir daha "çok acaipsin, sen de bi değişiksin" diyeni baltayla kovalayacam bu tip kuyrukların önüne. Değişik görün, acaip görün biraz.



29 Eylül 2008 Pazartesi

seni halife ilan ediyorum

Yine kuduruklandım ben. Şöyle bir senaryo yazarsak şayet kafamızdan. Sabah olmuş. Portakal suyu yahut kahve veya rakımızı yudumlarken haberlerde ne var diye merak edip açıyoruz televizyonu. Gül yüzlü cumhurbaşkanımızı görüyoruz ve derhal kanal değiştiriyoruz ve fakat tekrar kendisiyle karşılaşıyoruz. Bi daha, bi daha. Sonra bu kadar ısrar karşısında "ne diyor" diye merak edip dinlemeye başlıyoruz. Kendisi artık yüzümüzü doğuya, yani ışığa filan çevirmemiz gerektiğini, şunu bunu sıralıyor, süslü süslü laflar ediyor.Sonra bombayı patlatıyor. "Artık kul yapısı kanunlarla değil allah'ın buyruğu şeriatla yönetileceğiz, kendisinden aldığımız yetkiye dayanarak (her nasıl olduysa o artık, demokrasi vasıtasıyla mı?) halifemiz, imamımız, sultanımız her şeyimiz şudur budur bıdı bıdı..." diyor. Ağzınızdaki vitaminleri yahut kafeinleri olmadı anasonu püskürttükten sonra ne yapacaksınız çok merak ediyorum.

Sanırım hiçbir şey yapmayacaksınız. Yani böyle bir kabulleniş var belliki. Hani kaderine boyun eğmek değil de her koşulda hayatını idame ettirmeye çalışan güdülere sahip bir hayvan gibi.

Ben ne yapacağımı söyliyim. Bi kere herhangi bir şeyi püskürtecek değilim. İstedikleri kadar paranoyayla suçlasınlar malumun ilamına şaşacak değilim. Neden malum? E bu ülkede birileri şeriat isteğinin odağı haline gelmekten hüküm giyip hala iktidarda ise yarın öbürgün şeriat da gelebilir. Gelmesin de neylesin şeriat. Oturtmuşlar bi tahta gidiyor hoşaftan anlamayanların ayak yoluna.

Bu ülkede nabız çok yoklandı. Yani birileri "aman bak hala şeriat gelmedi kikiki" diye kişnerken aslında henüz o şeriatın gelmemesi, paranoyaklıkla suçladıkları kişilerin tepkisinden kaynaklanmaktaydı. Tepkileri verenleri nasıl ve ne şekilde paralize ettiler, bir kısmı aşina bir kısmı muallak. Ama başarı belliki mutlak.

Şimdi dostum kendine şunu sor. "The day after tomorrow ne edecen?" Bak frenkçe felam öğrendin ettin. Patladı elinde. Şimdi işin yoksa kas bakalım arabın diline kültürüne.

25 Eylül 2008 Perşembe

apolitikleşme sürecim

Bazı şeyleri bilfiil tecrübe etmeden anlayamıyorsunuz.

Genel olarak apolitik insanlara kılımdır. İnsanın her türlüsüne bir kulp takıp kıl olurum zaten de benim için en kolay etiketlenenler apolitikler ve koyu dindarlar. Yani kendi boynuna tasma takıp kapanın elinde kalanlar. Kendi boynuna tasmayı takıp şu veya bu ideolojiye kapılıp gidenler de bunların peşinden geliyor. Ama idealist solculara ayrı bir yavru kedi sevgisi hesabı bir sempati besliyorum. Bilemiyorum çoook tatlılaaar:p

Gelelim apolitikleşme sürecine girişimden itibaren empatik lümpenik bi bişiler hissetme hadiseme.

Bir insan neden apolitik olabiliyormuş bi bakalım.

Bilinçsizlik, umarsızlık, omurgasızlık bir yana insanı bu hale sokan politikanın iğrençlikleri bile değilmiş. Ben bunu bu ülkede anladım. Politikanın iğrenç olması yeterince tiksindirici değil emin olun. Politikanın traji-komik bir hal alması yeter-geçer sebepmiş.

Benim gibi bir insan bile artık gazete okumuyor, haber izlemiyorsa bilinki dağdaki son keçi de öldü. Dağ artık farenin. Ha zaten maksat bu bezdirmeyse, böyle bir strateji ile yola koyulduysa bu insanlar gerçekten kendilerini tebrik ediyorum. Bir amaca ulaşmadaki stratejinin aslında ne kadar basit olabileceğini ve bunu herkesin yapabileceğini bütün insanlığa gösterdiler. Anladık ki artık herkes bir diktatör, sultan, prizidint vs olabilirmiş. Yeterince çamur olun, yüzsüz olun, totoloji yapın, bıkbık aynı şeyleri çin işkencesi gibi tekrarlayın ve acaip derecede aptal olun. Gerçekten. Çünkü çoğunluk aptal ve insan kendine benzeyeni tahtta görmek istiyor. Bakın kaç kişi kendini örümcek adam zannediyor. Ezik ama aslında kahraman oley. Anlayacağınız insanlık için bi umut oldular. Her eve bir hero.

Tabi bu deney Türkiye'de yapıldı ve tuttu. NŞA bu mudur bilemem. Bana çok da normal gelmiyor şartlar ama tabi normalin de şaftı kaydı biraz.

Sevgili Türk halkı. Sizler gerçekten çok enteresan varlıklarsınız. Özel kreasyon yahut haute couture falan gibi bir şeysiniz ve ben modadan hiç anlamıyorum ki sizin kıymetinizi bilemedim herhal. Böle mal mal bakıyorum "ulen bunları kim giyer" diyorum.

Genellikle "dünyanın hiçbi ülkesinde..." diye başlayan cümleler kurulur bu gibi durumlarda. Ben böyle bir cümle kuramayacağım zira her ülkenin kendine özgü türlü zırvalıkları mevcut. Ama güzel kardeşim, bizi afrika yerlilerinden ayıran bi kaç özelliğimizde mi yok?

Bunca senedir bu halk ot mu otladı anlamak elde değil. Şöyle bir kafasını kaldırıp gidişattan hoşnutsuzluğunu belirtecek -ki herkesin mutlu olduğu bir ülkede yaşamadığımızı biliyoruz herhal- tek bir tepki olmadı nabız yükselmesi de mi yok kardeşim. Öldünüz mü lan?

Yani velhasıl ben anladım ki, ne bok yerseniz yeyin safhasına gelmişim. Pilim bu kadarmış. Ha belki şarjedilebilir pildir benimkisi. 3-5 gün sonra birden yeşil yanar bi yerlerde, ben de yine başlarım vırvırtırtır. Ama yani pes be kardeşim. Pes olmadı tuş yahut.

19 Eylül 2008 Cuma

The ecstasy of AKP




Hayal ediyorum RTE Zincirlikuyu mezarlığında bir o yana bir bu yana koşuyor. Tam olarak hayal edemiyorsanız buyrun şuradan yardım alın.

The Ecstasy of Gold - Truveo Video Search

9 Eylül 2008 Salı

Cern'de neler oluyor


Bu aralar medya kafamızı onun bunun selülitinden isviçre'deki bir fizik laboratuarına döndertti. Yani halkımızın kafasını ne ölçüde dönderebildiler bilemiyorum zira bilindiği üzre halkımız bilimi hürriyetin popüler bilim haberlerinden takip ediyor ve bu haberlerde son bilmem kaç yıldır "kansere çare buldular, yok bulmadılar, her an bulabilirler" şeklinde sürüp gidiyor.
Tabi ben protonlardan girip higgs bokundan çıkmayacağım elbet. Yani atarım tutarım elaleme ne de asıl hızlandırılmış proton demeti postalamak istediğim mevzu başka (umarım yeterince havalı bi bişi demişimdir)
Efenim bu demokrasi boku ve medeniyet ıvırı zıvırı hakikaten dinden filan da tehlikeli bi hal aldı.
"Demokrasinin kralı bizdedir" iddiasında olan bir memleket ne etti? Biz gariban halkın atom bombası die bildiği bombayı aldı gömdü japonun bebesine, osuna busuna.
Kimse de sormadı abd halkına "Ey halkım ben bi bok buldum, bunu da böle bi ibnelik için kullanıcam oki mi?" diye.
Bu bilimadamlarında böyle bir hava var. Alıyorlar gazı hükümetlerden. Hükümetin derdi elbet parçacıkmış şuymuş buymuş değil orası belli. Sonra takılıyorlar kafalarına göre.
Bu akşam yine deprem dede gibi geçici popülerliğin tadına varan ve Cern'deki çalışmalara gözlemci olarak katıldığını beyan eden fizikçinin biri tv'de şöyle bişiler dedi. "Cern'in çalışmalarını basına açması şaşırtıcı. Yani fazla medyatik biraz ama....".
Şimdi gel de bu çatlak profesörlü hikayeleri öpüp başına koyma.
Yahu sen kimsin? Sen halkın birikimini, emeğini, üretimini al, göm bir lab'a. Sonra ne bok yiyorsun orda açıklama kimseye. Yaptığın şeylerin neticesinde edindiğin datayı nerde, nasıl kullanıcan beyan etme. Yediğin nanenin olası sonuçları hakkında bilgi verme. Halk aptal, cahil anladık da o kadar da hayati mevzularda bi de bi bakiyim "istio musun, senin de hoşuna gidecek?" felam.
Efenim ben teknolojiye genel olarak karşıyım. Tasvip etmiyorum. Buyurun mağralarımıza dönelim diyorum takan yok. Ama hadi madem "olmaz" diyorsun da senin götün hangi ara kalktı o kadar be yaw.
Şimdi bu deneyin muhtemel sonuçları hakkında aslında kendileri de bi bok bilmiyorlar ben diyim size onu. Zaten deneyi de bi bok bilmedikleri için yapıyorlar. Yani bildikleri kısımların çoğu teori, bi kısmı gözlemlenmiş, kalanı da doğaçlama.
Teorik olarak elbette görünen kıyametin önümüzdeki yıllarda kopması değil. Şimdilik elimizde böyle bir bulgu yok. Ama tabi teorik olarak. Netekim doğayı izleyerek ve taklit ederek teknolojimizi ilerletiyoruz ama her ne hikmetse doğada her şey kaos, düzen vs şeklinde tıkırında giderken biz yaşadığımız dünyanın azına sıçtıkça sıçıyoruz.
Dolayısıyla bu deneyin fiyasko ile sonuçlanması ihtimali bir kenara muhtemelen elde ettikleri sonucun dünyayı daha da boktan bir yer haline getirmesinden başka bir ihtimal düşünemiyorum ben.
Şimdi hayalperest çok arkadaş var tabi. Küçükken ne bilimkurgular izlediler. Ve elbette insan bilimle karanlığa ışık tutuyor. Yani madem mağraya dönmüyoruz bakınalım bi etrafa. Lakin "Biz bi kaç bin manyak bilim adamı toplaştık, şimdi ufak bi deney yapıcaz" deyip ortalığı sıçıp sıvarsanız dağıtırım ağzınızı burnunuzu. Ben tabi "hüop patladı lab, karadelik oluştu, solucan kaçtı kıçımıza, sıçtık" kısmını geçiyorum. Anlatmak istediğim şey her bulunan lazerle ameliyat gibi bir şeye kullanılmıyor. Bulunan şey kıçımızda patlayan hidrojen bombası olabiliyor. Ve hükümetlerin başındaki adamlar da aman karımın kıçındaki kılları lazerle temizliyiversinler diye onay vermiyor o koca koca bütçelere. Onlar hep yan ürün.
Şimdi Cern'de deney başlatılıyor. Onu bunu fışkırttırcaklar, bi bok olmazsa daha büyük daha da büyük aletler, daha fazla daha fazla parçacıklar bilmemneler filan eninde sonunda bu işi bi yerlere vardıracaklar. İplik söküğü gibi olmasa da ilerlemeler sağlanacak bir şekil.
Ama ak bi kısım bilimadamı ve gaydiriguppak tüm hükümetler daha ne kadar tanrı zannedecekler kendilerini ben onu merak ediyorum.
Evrenin nasıl var olduğu hatta gerçekte var olup olmadığı zerre tikimde değil açıkçası. Ama biri gelip de "eureka eureka anti-madde yaptım ben, şimdi bunla burnunu yok edicem senin" filan derse arıza çıkartırım, sokarım o anti-maddeyi kıçına söyliyim.

7 Eylül 2008 Pazar

Sixty six



Yönetmen Paul Weiland'ın kendi hayatından esinlenerek yaptığı harika bir filmden bahsedeceğim. Gerçi bahsetmek istiyorum da nasıl anlatabilirim bu filmi bilemiyorum.

Hikaye basit ama işlenişi, oyunculuklar, atmosfer inanılmaz.

Hem güldüren hem ağlatan klasik sıcak filmlerden.

Yahudiler niye sinema endüstrisinde bu kadar etkin denip duruluyor ama adamlar yapıyor işte. Hem de öyle bir yapıyor ki abuk gelenekler, adetler, anlayışlar bile bir şekilde son derece samimi, sempatik sunulabiliniyor.

Bu filmde olağandışı, atraksiyonlu, şehvetli vs'li bir şeyler gelişmiyor. Hemen herkesin ve hatta sıradan çoğunluğun hayatında aslında ne kadar da önemli olayların geliştiği, başkalarınca önemsenmeyen kocaman fırtınaların koptuğu gösteriliyor.

Özgürlük şu bu adına her türlü duygu erezyonun sonrasında insanların elinde kalan anlamsız fransız filmi gibi hayatlardan böyle film çıkmaz. Böyle bir film ancak korkulara ve umutlara aynı anda sahip olabilen sıradışı sıradanların hayatından çıkar.

Keşke her şeyin bokunu çıkarmaya meraklı insanoğlu uçlarda gezinip duracağına böyle sade ama gerçek, zor ama o kadar da değil bir hayatı sürdürüp yaşamın gerçek keyfini çıkarabilse.

Açıkçası her ne kadar tek başına var olabilmeyi başarmak güzel olsa da hayatın türlü zorluklarına karşı yanında birilerinin olduğunu ve her türlü aptallığınıza rağmen gitmenize izin vermeyeceklerini bilmek güzel bir şey.

Bu film bu ve benzeri güzelliklere dair bir film.





6 Eylül 2008 Cumartesi

Bu site




Malum akp hükümeti sayesinde über demokratik devlet yapısına geçtik geçeli güçte bi sapma, yasaklarda bir artış yaşayıp gidiyoruz.

Yasakların en şahaneleri internet aleminde yaşanmakta. Hani tabi öpüşme sahnesine bile sansür uygulamayı tercih eden über ahlaklı yönetim anlayışı misal uydudan istediğini izleyen vatandaşa müdahele edemezken, nette istediği gibi surf yapmaya çalışana "orda bir dur bakalım sen!" diyor. Neden ? Çünkü ya-pa-bi-li-yooor.

Bence en fantastik icraatlerden biri de youtube'da Atatürk'e hakaret ediliyor deyip ayağımızı youtube'dan kesme çabaları idi.

Şimdi misal Feto hocamızın "köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı deyin" öğütleri verdiği videolar değil de Atatürk'e hakaret gerekçe gösterilince harika oldu bence.

Zaten Atatürk'e nefret beslesin diye gaza getirilen binlerce hıyarı çok güzel fişfiklediler bu şekil. Hem de hoşlaşmadıkları bir siteden kurtuluverdiler.

Hayır şimdi böyle dedik diye direk devlet düşmanı, bilmem ne ergenekon diye de içeri atarlar adamı. Zaten politika belli. Kandırabileceğini kandır, gerisini korkut ve sindir.

Yaptıkları hiçbir şeyin hesabını vermiyorlar kardeşim. Hayatımda bu kadar göstere göstere, rahat rahat, aleni kafasına göre takılan iktidar görmedim. Yani Şili milide yaşamadım ondan.

Misal adamın biri rüşvetle itham ediliyor. "Yapmışsa aramızda barındırmayız ama iftira" diyorlar. Sonra "Yıpratılmamak için istifa etti" diyorlar. Soruyoruz "Para nerde? adam nerde? adam nerde? para nerde?" bakıyorlar öyle. Çok büyük fedakarlık ya bakanlıktan istifa felam. Gerisini sorma. Ha milletvekilliğinden istifa ettirmiyorlar. Bi etse dokunulmazlık kalkacak küt kalacak civciv gibi ortada. O da olmaz. Her şeye bir formülleri var İsviçreli bilimadamları gibi. Formül bulamasalar da farketmiyor, nasılsa memlekette hesap soran yok.

En son http://www.richarddawkins.net/ e tıkladığımızda meşhur yazıyı gördük (ekşi sözlük ve avasas sayesinde haberim oldu, ayrıcana hazır parantez açmışken belirtiyim darwinci bi bilimadamı bu richard abi)

"Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir"

Hayır eskiden şu mahkeme bu sayılı karar filan bi bilgi verirlerdi. Şimdi Allah'ın emri peygamberin kavliyle filan kapatıyorlar ki herhangi bir evraktır bürokrasidir uğraşmıyorlar zannımca.

Hangi mahkeme bu mahkeme? Şeriat mahkemeleri mi kurdular bi yerlerde haberimiz yok. Bu ülkede farkında değil insanlar sanırım ama gerçekten kendi mahkemesini kurup kendi kanunlarını uygulayan yerel yönetimler mevcut. Tarantino filmi gibi memleket.

Güzel kardeşim. Tamam maymun değilsiniz. Geçti ağlamayın artık. Ama beni sinir bastı artık hakkaten. Önceleri güldük eğlendik. Bi nevi yaşama ve şükretme sevincimiz, vesilemizdiniz. Sıktı ama güzelim. Sokağa çıkıp sikesim geliyor bütün hıyarları. Sikim yok mağdurum.

4 Eylül 2008 Perşembe

Laikman



Düşündüm taşındım, memleketin süper kahramana ihtiyacı olduğuna kanaat getirdim. Ahan da size Laikman!

Laikman bir nedir? Ne işe yarar?

Laikman üşenmez geceleri kostümünü giyer gider dincilleştirilmiş vatandaşların evine girer. Çarşafıydı, tesettür teçhizatıydı ne varsa bir biiir makas ilen doğrar. Üstlerine de Atatürk'ün gençliğe hitabesinin yazılı olduğu bir notu iliştirir basar gider. Aynı şekilde mağra adamı kılıklı amcaların sakalını doğrar, kırpıkların üzerine aynı notu bırakır. Yani her eylemde fiks prosedürü bu notu bırakmaktır.

Ramazanda oruç tutmadığı için dövülen gençlerin yardımına koşar.

Müezzini esir alır, civardakilerin orucunu 45 saniye erken bozdurmak için çıkar ezan okur. Neden sadece 45 saniye? Aç kalsın pezemenkler.

Devlet adamları 10 Kasım'da "sap gibi dikilmem ben" diye bıybıylanırsa 10 Kasım'da diker onları halk ekmek kuyruğunda 3 saat, adam eder.

Kamusal alana türbanla girmeye kalkan "ben insan değilim" vizyonunu edinmiş vatandaşa insan hakları evrensel beyannamesini ezberletir.

"4 Kadın alacam her biri 14'lük" diye tutturanın çükünü keser, pilava katıp, kızını karılık yapsın diye o herife vermeye niyetli 4 tecavüz yaltakçısına yedirir.

Laik rejimi yıkmak amacıyla toplanmaya çalışılan oy için dağıtılan pirinçlere tükürür, işer.

Doğaüstü özellikleri;

-Anıtkabirden gelen frekanslar sayesinde postalı 5 fil basar.

-Kalpağı ile gugılörte online bağlanıp, hissettiği anti-laik hareket ve oluşumların adresini şıp diye buluverir.

-Kalpağındaki ay-yıldızdan çıkan lazer ilen 2 dakikada adamı piliç ızgara yapabilir.

Not: Laikman uçmaz, halk otobüsüne biner.

Laikman anlayacağınız üzre tatlısu müslümanı bir adam değildir. Bildiğin adamdır. Süper kahramandır, lazımdır.

30 Ağustos 2008 Cumartesi

When i leave the world behind



I’ll leave the sunshine to the flowers,
I’ll leave the springtime to the trees;
And to the old folks I’ll leave the memories
Of a baby upon their knees.
I’ll leave the nighttime to the dreamers,
I’ll leave the songbirds to the blind;
I’ll leave the moon above
To those in love
When I leave the world behind.

Irving Berlin

28 Ağustos 2008 Perşembe

Friedrich Wilhelm Nietzsche




"Gözlere sahip olmak için içgüdülerimizle eylemlerimizi sert bir şekilde yaşamalıyız -kendimizi geçici olarak yaşantıya bırakmalıyız, sonra bakışlarımızı geçici olarak onun üzerine dikmeliyiz-her insan benliğinde entelektüel yüksekliğin ve ahlaki temizliğin çifte özlemini taşır. her düşüncede açılma eğiliminde olan iki kanat vardı: deha ve kutsallık"
Nietzsche abimizin ki kendisi canımız ciğerimiz olur dediğine bakacak olursak anlarız ki görmek için tecrübe gerekmektedir. ve fakat tecrübe fiili olarak bir şeyler yaşamakla kazanılan bir şey değildir. Arada toplanan dataların analiz edilmesi, çıkarımlarda bulunmak filan gerekir. Ayriyeten bunu sürekli yapmakla kazanım elde edemeyiz. Ve fakat insanlar saldım çayıra durumundan o kadar memnundurlar ki yani içgüdü doğrultusunda bir sürü öküzlük yapmak o kadar işlerine gelir ki ve bunlardan derse çıkartmak ev ödevi almış öğrenci gibi can sıkıntısıdır. Onun için bu şekilde devam ederler hayatlarına. Ve yine bi naneden habersiz dünyaya bakarlar trene bakan öküz misali. Ve çok şeyden anladıklarını sanırlar bir de üstüne.
Misal başkalarının eleştirilerine bile "bu aslında çocukken berbat bi ailede büyümüş, sonra da berbat ilişkiler yaşamış, gelen gide nzıçmış azına, ondan bok atıyor bana yoksa ben süperim" filan derler. Böylelikle kendilerini aklarken vicdanlarında ve toplumun gözü önünde bir de karşısındakini sözde küçük düşürerek yeni bir vicdan muhasebesi aklama dosyasını açarlar. Daha sonra da elbet yeni bir bok atma aktivitesiyle bu hesabı da kapatmaya çalışacaklardır.
İşte bunlar güdülerinin peşinde helak olurken kör kalan insanlardır. Ve acımak da çok yanlıştır aslında yine nietzsche ne demiş bi bakalım "acıma, yaşam duygusunun gücünü arttıran gerilim verici duyguların karşıtı bir duygudur; çöküntü verici bir etkisi vardır. kişi acıma duyduğunda, gücünden yitirir. acıma yoluyla güç eksilmesi yoğunlaşır, çeşitlenir. Acı, acıma yoluyla bulaşıcı hale gelir". ve hatta "küçüklerin "acınacakların" pek yakınında yaşıyorsun. onların görünmez intikamlarından kaç....sinek kovalayıcı olmak senin nasibin değildir. Bu küçükler acınacaklar sayısızdırlar, nice muazzam binaları, su damlaları ve vahşi otlar yıktılar. sen taş değilsin fakat damlaların çokluğundan oyulmuşsun. damlalar çoğaldıkça büsbütün parçalanacaksın. zehirli sinekler arasında seni yorgun görüyorum, yüz yerinde kanlı çizgiler buluyorum. ve hala senin gururun gazaba gelmiyor.....yumuşak ve adil olduğun için dersin ki: bu küçük varlıklar masumdurlar fakat onların küçük ruhu der ki: bütün büyük varlıklar abestir....Evet dostum, en yakınların için vicdan ağrısısın: çünkü onlar sana layık değildir. en yakınlarında daima zehirli sinek olacaktır. sende büyük olan şey onları büsbütün zehirlendirir ve büsbütün sinekleştirir. dostum, inzivaya: sert, keskin bir havanın estiği yere kaç: sinek kovalıyıcılık senin nasibin değil. zerdüşt böyle söylüyordu.". Şimdi pek çokları için zerdüşt'ün bunu söylediği kişi megaloman tabi. yani başkaları acınacak durumda ama o iyi ve bu durumda zerdüşt saçmalıyor, megaloman da acilen tedaviye ihtiyaç duyuyor. Peki bunları söyleyenler kimler?. Elbette "zehirli sinekler".Hani şu sürekli ışığa koşan kör sinekler. Çünkü “büyüklük araman sana şeref verir. fakat san ihanet de eder. sen büyük değilsin” de demiş zerdüşt.
Elbette tecrübeler peşinde koşarken sadece içgüdüleri tatminle geçmiyor hayat di mi?. Bazen duvara tosluyorsunuzdur eminim. Ama onlar da şu şekilde değerlendirilmiş nietzche tarafından "bir zamanlar acıların vardı. onlara kötü diyordun. fakat şimdi faziletlerin var. bunlar senin acılarından doğmuşlardır."
Peki herkesin acısı fazilet doğuruyor mu?. Yoksa sadece "Hiç kazan doğurur mu canım" diyenlerden miyiz acaba?. Ben çektim başkası da çeksin diyenlerin de gözleri biraz bulanık değil mi?. Oysa olması gereken "Ben çektim başkası çekmesin" olmasın. Ve illa ki de bedel için birilerini öldürmek istiyorsan yine Nietzsche'ye kulak verebilirsin. "öfke ile değil, gülümseme ile öldürülür." ama "çok şey öğrenen şiddetli ihtiraslarını unutur….hikmet adamı yorar. Bu dünya buna değmez, sen bir ihtiras besleme" bunu da unutma
Ve bazen bir pencereden bakmak isterler bir arada ve çoğu sadece aynı odadalar diye tesadüfen insanlar. Bunlar için ne demiş olabilir Nietzsche "Yakınlarınız için çabalar ve güzel sözler bulursunuz. fakat ben size derim ki: yakınınıza olan sevginiz bizzat kendinize olan fena bir sevginizdir.....deli şöyle der: "insanlarla temas karakteri bozar, hele insanın karakteri olmazsa" birisi en yakınına kendisini aradığı için, diğeri kendisini yakınında kaybetmek için gider.....hatta beş kişi yan yana olsanız yine ölenin bir altıncı olmasını dilersiniz.".
Bu sözleri baz olarak aldığımız zaman ilişkilerin çoğunun bireylerin korkaklığını ortadan kaldıramayan ve eksikliklerini örtbas etmek amacıyla kurdukları bir tiyatro sahnesi olarak sahte ve tiksindirici görebiliyor muyuz acaba? Üstelik kendinden olmayana duyulan yersiz ve haksız bir feda etme dürtüsünü alevlendirdiğini anlayabiliyor muyuz?.
Oysa "yukarıya doğru çıkmak istiyorsanız kendi ayaklarınızı kullanın. Kendinizi taşıtmayın. yabancı sırtlara ve kafalara binmeyin" derken Nietzsche size mi öğüt vermişti zamanında ve onların malum sürü psikolojisi için ve bunun sonuçları hakkında ne demiş "sürülerini gayretle ve haykırışla köprülerin üstünden sürüyorlardı. sanki istikbale yalnız bir tek köprü varmış gibi. gerçek, bu çobanlar da sürüye dahildirler…yürüdükleri yola kan işaretleri yazıyorlardı ve delilikleri onlara hakikatin şahitlerinin kanla ispat edilebileceğini vehmettiriyordu. halbuki kan, hakikat şahitlerinin en kötüsüdür. kan, en temiz bilgiyi zehirler ve kalplerin kini ve vehmi haline getirir."
Peki ya yalnızlık. çok kötü bir şey değil mi. kötü değil ama zor bazen ki nietzsche şöyle buyurmuş “fakat bir vakit inziva seni yoracak, bir vakit gururun eğilecek, cesaretin kırılacak ve "ben yalnızım" diye bağıracaksın…onların üstüne çıkıyorsun: fakat sen çıktıkça, hasetin gözü seni o nispette küçük görür. fakat en çok kin beslenen uçandır….yalnız kalana haksızlık ve kirlilik isnat ederler. fakat kardeşim yıldız olursan bu sebepten onlara daha az ışık göndermemelisin".
Yani evet ne kadar yüksekteysen uçmak bilmeyene o kadar küçük gözükürsün ama bilmezler ki yıldızlar ancak onlara hayat verendir ve onların bunu bilip bilmemesi senin cahilce tavırlara bürünmene mazeret olamaz. Bakmayı öğrenen gözler şairin dediği gibi yıldızların köşeli değil yuvarlak olduğunu elbet bir gün görecekler. Ve unutulmaması gereken bir şey de "Bazı insanlara elini değil pençeni uzatmalısın. İsterim ki pençende tırnakların da olsun. Fakat rast gelebileceğin en kötü düşman, daima kendin olacaksın. Mağara ve ormanlarda seni takip eden bizzat kendinsin. Yalnız olan sen kendine gidiyorsun ve yolun senden ve senin yed şeytanından geçer. kendinin cini, perisi, falcısı, delisi, şüphecisi, uğursuzu ve fenası olacaksın". Yani yalnızken yapacak çok işin var aslında. Canım sıkılır diye korkma.
Ve gözlerimizi körleştiren diğer şeyler. mMsela sonu gelmeyen bilgisizlik, zaaflar…"Biz pek az şey biliriz. ve güç öğreniriz. onun için yalan söylemeye mecburuz…çok az şey bildiğimiz için ruhça züğürt olanlarda hoşumuza gider. hele kadınlar!" ..işte insanlar hep içlerindeki boşluğu doldurmak için zahmet etmek yerine gazete kağıtları tıkıştırdığından olsa gerek baktıkları şeyler de görmek istedikleri olur genelde. Misal kendince güzel bir kadına baktığında sadece o güzellikten dolayı o kadını diğer tüm kötü özelliklerinden muaf edip "güzel" diye tanımlar. ondan gerisi boştur onun için. Ama bilemez ki insan düşünmeye meyleder ne kadar kaçsa da bundan. ve gün gelip düşünmek zorunda kaldığında -şu veya bu sebepten- gözleri açılacaktır ama uzun süredir kaldığı mağaradan yeni çıkmış bir adam gibi hemen elleriyle gözlerini kapatmak istese de o ışık onu rahatsız etmeye devam edecektir. ve bir gün pişman da olacaktır ama "pişmanlık , köpeğin taşı ısırması gibi bir şeydir. budalalık yani".
Peki görebildiklerimizden fazlasını görmek istersek ne yapacağız. Öncelikle "ah kalplerinde metanet ve aşırı cesaret bulunanlar daima azdır. böylelerin ruhu sabırlı olur, ötekilerse korkacaktır". Korkaklığı yenerek yola çıkacağız. "ve insanların arasında kim temiz kalmak isterse kirli su ile de yıkanmayı bilmelidir" suya sabuna gerekirse çamura dokunacağız.. Kibirden arınmak için gerekirse kendimizle dalga geçeceğiz ve bir gün birileri bizi kor alevlere atsa da küllerimizden dirilmeyi öğreneceğiz. ve her şeyden önemlisi "derin düşünen kimse, nasıl davranırsa davransın ya da yargılasın, her zaman haksız olduğunu bilir" unutmayacağız. Çünkü insan geçilmesi lazım gelen bir şeydir.
Not: Ocak 2005'te Ekşi Sözlük'e yazdığım yazı idi. Tarih, tekerrür, hatırlatma vs gibi sebeplerden naftaliniyle birlikte atıverdim gözünüze.

23 Ağustos 2008 Cumartesi

abuklamname 2

Cehennemden Çıkan Çılgın Galatasaraylı Türk olarak bu gün de hayat(ım)a dair bi takım tespitlerim oldu hemen ileteceğim;

Öncelikle benim gibi kendi halinde yaşayıp giden bir insanı götü kalkık biri zannedip üstüne de kendini bir bok zanneden ve boktan mütevellit varlığını bir şekilde başkalarına, hatta bana kabul ettirmeye çalışan insanların hepsinin ağzına sıçayım(Bu kısım tamamen serbest akış alışkanlığının çıktısı olarak ele alınabilinir, oluo öyle)

Yaz denizde yüzerken güzel, sokakta bi yerlere koştururken değil (Genel kabul görmüş evrensel gerçekler kısım 2'den)

İnsanın blog yazması kadar gereksiz çok şey var ama bu da son derece gereksiz.

Bir gün "Dünyayı kurtarayım" derken öteki gün "Sikmişim dünyayı" demek eğlenceli.

Herhangi bir insanın diğerini gerçek anlamda sevmesi (zaafı veya ihtiyacı sevgi sanan hıyarlara gönderme yapacaktım ama gönderilmiş sayılsın) insan ırkının doğasına aykırıdır. Zaten hem sevme, hem sevilme özellikleri taşıyabilcek herhangi bir canlı türü imal olunmamıştır.

Her şeyi savaşma ve ganimet edinme olarak algılayan agresif zavallıları, agresifliğimle değil alaycılığımla evlerine gönderdim durdum. Bunu farklı bir şekilde algılayan hıyarları da burada andım bu şekil.

Şimdi hazır kusmaya başlamış yaralı ceylan olarak algılanırken şunu da eklemek istiyorum. Aslında arayabileceğin ve bulabilceğin herhangi bir şey yok bu hayatta. Icon adventure değil oynadığın. Kıçını kaldırabiliyorsan yap istediğini, başkası olma kendin ol, kafamı attırma!

17 Ağustos 2008 Pazar

Hancı diyalogları

-Nerde hata yaptım George biliyor musun?
-Çok içtin istersen eve git.
-Yeterince kusmadım, hep yutmaya çalıştım ondan oldu.
-Bence evde kus

******

-George sen hiç bir kuleden aşağı baktın mı? Kuş sandın mı kendini mesela?
-Benim muhabbet kuşlarım var. Kımıl kımıllar. biri mavi biri yeşil.
-Olmuyor George olmuyor.

******

-George bazen düşünüyorum sonra "Ne düşüneceksin" diyorum ama o da bi düşünme çeşidi oluyor.
-Valla kiraya zam yaptı pezevenk herif işte ben de ona taktım.
-George barınmak çok temel bir mesele.
-Diyorum zate evin temeli boktan. Bi deprem olsa.
-George bazen hangimiz sarhoş anlamıyorum.
-Ben içmem abi. Müslüman oldum hapisteyken zati.

******

-Bazen konuşmak istiyorsun tek bir kelime yok söyleyeceğin.
-Sen konuş ben dinlerim.
-Ne söyliyim abi?
-Orhan babadan söyle abi "Batsın bu dünya"
-Çok farklı coğrafyaların havasını soluyoruz George
-Gel sen buraların havası güzel abi
-Ahaahaha...
-Espri yaparım ben çok güzel. İlkokulda müsamerelere çıkardım.

*******

-George bi gün de neşeli olayım beah.
-Sen hep neşelisin de farkında değilsin
-O nasıl oluyor George?
-İşte ben söyleyince oluyor. Söylemesem olmaz.
-Vay çok derin mevzulara daldın aniden.
-Mesnevi okuyorum. Çok derinlik kattı bana.

9 Ağustos 2008 Cumartesi

abuklamname

Hiç çocuk olmayan büyüyemiyor.

Sebepsiz ölüm, koşulsuz sevgi yok.

Herkes yabancı, gerçekler hayal.

Karga tulumba dünyaya atılıvermiş insanlar ne yapsın?

Tuzakların en korkunçlarını kendine kurmuşlar.

Sokak lambasız, pis kokulu yoldasın. Yoldaşların sadece lağım fareleri.

Canını acıtman mı, acıtılman mı daha acıtıcı?

Kürek mahkumu gibi dakikaları sayarken şarkı söylemek zor.

Yeni, her zaman gözüktüğü kadar yeni değil.

Ezberlerini bozacak bir mektubu posta kutuna atan yok.

Kusmak çok doğal ama istemiyorsun.

İstemediklerin, istediklerinden çok.

Sen çoksun bir o kadar da az.

Onlar kalabalık ve gürültü her zaman ses değil.

Görebildikleri kadarsın ve röntgen cihazındasın.

Bir bacak koparmak veya göz oymak ne kolay.

Değneklerini sopa sanıyorlar.

6 Ağustos 2008 Çarşamba

million dollar baby



Gavur parasıylan 1 cent etmiyorum farkındayım. Lakin ne vatanperver insanlar var, memleket uğruna canını verecek ama vermese iyi olur tabi. Ne de olsa parasıyla değil mi kardeşim bu can mevzusu da?

Hayır bu arabacıkları özel bir indirimle mi alıyorlar? Kasımpaşalı tüccar misali "Aman kaçırmayalım eşe dosta alalım. Nasılsa arabalar şirketten" gibi bir zihniyet mi var?

Elbet bunca sene gelen geçen yedi, yedirdi de böyle göstere göstere yapacaklarını ben anladıydım Susurluktan sonra.

Evet, vatan uğruna binlerce şehit feda olsun. Ne de olsa cennet garantide tabi. El bebek, gül bebek onlar orada hı hı.

Ama bazıları o kadar şanslı değil ki şansını denemek istemiyor.

Eski cumhurbaşkanı 3-5 görevli götürdü, iki uyduruk araba aldı diye kıyameti koparanlar bu vakit ses etmedi nedense. Netekim o da devlet sırlarına sahip, korunması gereken bir kimseydi belki ama o kadar da üstün başarılar elde etmemiş ki malum düşmanlarımız hain pusularla canına susamamış. Dolayısıyla "million dollar'lık baby" olamamış.

Güzel kardeşim. Kimse sizden "vatana canım feda" edebiyatı beklemiyor tamam. O edebiyatı ancak garibana yutturursunuz zaten. Ama yani göstere göstere filo kurdunuz be anam. Uçak filosu, gemi filosu, araba filosu. Ulen trenler devriliyor bakıyorsunuz araba, gemi oldu mu kaçırmıyorsunuz. Müstahakınızı bulasınız diyecem ama "bi buldurtsalar"la olmuyor o işler belli.

Not: Olayın en komik yanı da biri "Aldık ama sor bak niye aldık" derken, diğerinin "Öle bişi almış felam değiliz" demesiydi. Bu küçük mutluluklar da payımıza düşen işte. Kikikiki gibi.