25 Ocak 2009 Pazar

Mutluluk


Hepitopu kimyasal bir saçmalık. Ama zaten her şey çok fazla kimyasal ve bir o kadar da saçma.
Mutluluk bir şekilde yakalamış olduğun anın bitmesini istememek. En sade hali bu sanırım. Sade ve güzelliği de bundan geliyor.
Benim mutlulukla ilgili tüm anılarımda minimum bir adet güneş ve bir adet ben varım. Sanırım illa bir şeylere tapmam filan gerekse bu güneş olurdu. Bilimselliğe en yakın açıklama da zaten güneşin hayat veren ve hayat alan bir şey olabilmesi. Bunu herhangi bir iradeyle yapıyor olup olmaması çok önemli değil. Zaten iradeyi tanımlamak için nice filozof helak oldu. Hiç gerek yok demek ki.
Tapınma gibi bir şeyi rasyonelize etmek oldukça güç. Pskiyatri ve sosyoloji ilimlerinden yardım almak şart. Yine de güneş güzel. Tapsak da, tapmasak da.
Geçtiğimiz günlerde bir rüya gördüm. Büyüdükten sonra çocukluk aşkım diye tanımladığım kişiyle küçük birer çocuğuz. Apartmanın önündeki asfalt yolun üzerine sırtüstü uzanmış ve elele tutuşmuşuz. Yüzümüzü ısıtan ve gözümüzü kamaştıran güneşe bakıyoruz. O kadar mutluyum ki. Ve sonra bir arabanın yaklaştığına dair bazı sesler duyuyorum. Ona "Şu an yolun üzerinde yatıyoruz farkında mısın?" diye soruyorum. O da "Biliyorum ve bir araba da yaklaşıyor diyor". "Ben hadi kalk diyorum". "O ise boşver gelsin" diyor. Bir süre bekliyorum. Az önce bütün içimi dolduran mutluluk beni terk ediyor. Yerine endişe, korku, şimdi ne olacak kaygısı geliyor. Ayağa fırlıyorum. Onu da çekiştiriyorum. O da çaresiz ve istemez bir biçimde yana yuvarlanıyor. Araba geçip gidiyor. Artık ne mutluluk var ne korku. Sadece birbirinin yüzüne anlamsızca bakan iki büyük insan.
Mutluluk geçip giden bir arabanın arka koltuğuna konup gönderilebilecek kadar masum ve çaresiz bir çocuktur.
Korku ve endişeler hayatınızı kurtarabilir. Ama o küçük çocuğu özlemeyi göze alabilirseniz.