30 Ekim 2008 Perşembe

perihan beni kovdu

Öncelikle http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=YazarYazisi&ArticleID=905772&Yazar=PERİHAN%20MAĞDEN&Date=30.10.2008&CategoryID=96 sonralıkla ise söyleyeceğim şunlar;

Perihan Hanım'ın bahçesine sıklıkla dalanlardan değilim. Dolayısı ilen sözlükte (Ekşi sözlük) gezinirken, yani bir link vasıtasıylan öylesine uğradığım bir yazıdan kovulmak çok da iplediğim bi hadise değil aslında. Ama yine de bir şekilde Perihan Hanım'a haddini bildirmeye karar vermiş bulunuyorum. Bu hanıma gıcığım efenim. Ve fakat yeterince açık konuşamayacak olmanın verdiği bir rahatsızlık da yok değil.

Bir vakitler sözlükte filan yazar iken bir kısım kesim gayet şuursuz bir biçimde "Efenim tarzınız filan ne kadar Perihan Mağden'e benziyor" demek suretiyle kan şekerimi, tansiyonumu hoplatır idi. Tabii yeterince açık konuşamadığımdan ki açık konuşunca ne güzel konuşuyorum lan, o vakit içimden verdiğim tepkileri tahmin ederek bulabilirsiniz. Dışarı ise "Hadi ordan" demekle yetiniyordum. Bazen "survive" filan derken oluyor böle istemdışı sosyalleşmeler.(Perihan'cım anladı beni. İnglişçesi pörfet)

Gelelim ana mevzunun nüvesi Cadıhan hanıma.

Bir kere "Sen şunun oğlusun ondan öyle filmler çekiyorsun", "Sen boş kafasın ondan yanlış biliyon", "Hepiniz ya onlardan ya bun-lar-dan/**&+" şeklindeki tespitlerin var ya. Hah yavrum ben merak ediyorum sen kimin kızısın? Iq'un kaç? Ve kimlerdensin bacım?

Anladığım kadarıyla Atatürk'ü sevmiyorsun, Türklerden tiskinme olasılığın yüksek, ha bir de "Çekerim AKP desteğimi senden" filan gibi bişiler yazmıştın ahah...Ay ben de seni gereğinden fazla tanıyorum ya. O kadar gözümüze gözümüze soktular ki seni. Ve ben seni okuyacağıma Ayşe Arman'ı okurum o derece.

Şu kendini aydın yahut artık her ne naneyse onu zanneden kitleden çıkan en gereksiz ve itici tespitlerin, histeri krizi mamülü, kişisel görünümlü güdümlü fikirlerin, duygu ve mantık bütünlüğünden uzak ama herhangi bir serbest dışavurumdan çok çirkin bir kolaja benzeyen anlatımın, çoğu zaman acınacak ve genellikle kişiyi ailene haber vermeye ya da ambülans çağırmaya teşvik edecek ifadelerin ve sen Perihan. "Kasedimi türbanlılar" almasın dediler anlarım. Adam dünyaya bir güzellik sunduğunu düşünür ve bunu sevmediği kişilerle paylaşmak istemez. Ve fakat sen ey kendini dalgaların deli kızı, dağların bir numerolu çobanı, özgürlüklerin yılmaz bekçisi sanan Peruşum, sen neden mahrum ediyorsun bizi?

Amacın Atatürkçüye giydirmek mi, onun dedikodusunu yapmak mı? Radikal okuyan bana göre gayet gereksiz nesli gütmek mi tek derdin? Bu ülkenin en paçoz, en kirli, en götünden sikilesi orrospu çocuklarının ekmeğine yağ sürmekteki bilinçli yahut şuursuz gayretinin kökü nerde?

Köşkün birinde kendini tesettürlü barbie sanan hanımla yaptığın kısa ve hoş sohbetlerin, acaba bu ülkenin özgürlükler konusundaki ilerlemesine ne gibi katkılarda bulundu?

Özgürlüğü esirlerden aldığı destekle sağlayabilirsin. Ama özgür olmak isteyen esirlerden. Peşkeşçi, dalkavuk, fırdönek esirlerden değil.

Bu gün bu ülkede birileri çıkıp eğer Atatürk hakkında yapılan bir filmden öyle veya böyle rahatsız olursa, ve insanlar "Bu hepitopu bir film, bir deneme, bir belgesel çalışması" deyip geçemiyorsa bundan sadece kraldan çok kralcı bürokrasinin, kral öldü yaşasın halife diye bağıranlar sorumlu değildir. Giyinik ama sadece alışamadığın bir kıyafeti tercih etmiş bir kral için "kral çıplak" diye bağıran gerikafalı, kapasitesiz, yobaz insanların da eseridir.

Bir toplumun %51,89998'i yahut %67'si yani çoğunluğu ne zaman nitelikli, kendinden emin, kendi kararlarını kendi verenlerden olabilir? Köpekler gibi şekerle, etle, hatta topla kandırıldıkları sürece böyle bir şey mümkün mü?Öyle değilse neden lojistik destek sağlıyorsun bu heriflere? Seni de mi kandırdılar?

Türkiye'de derin mevzular vardı, olacak. Peki biz bu mevzuları böyle gayri ciddi, böyle kan davası mahiyetinde, politik çıkar amacı güderek mi takip edecektik. Neden alenen suçlu olan birileri evlerinde, yazlıklarında, müdür koltuklarında otururken kara listelere alınmış isimler içeriye alındı tek tek? Nerde başlıyor nerde bitiyor senin özgürlük anlayışın Perihan Hanım? Belli ki askerliğin başladığı yerde bitiyor.

Anarşistlerin de neyi sevip sevmeyeceğine karar verdin ya. Müslümanlar el kesmiyor diye şaşırmıyorsun da "Bana otorite, kural dayatamazsın" diyenlerin okuyacağına pek güzel karar veriyorsun. Ah be gözüm anarşizm böyle bir şey. Anarşist evladı anarşist Fransız ihtilalinde gider Jakobene destek olur. Canı ister "Peace" der (bunu da bir radikal okuyan gençler bir de peruş anladı) ota sarar, ot sarar, canı ister gider federal bilmem ne binasını bombalar. Yani senin kafanda çok net bir "Anarşist" belirmiş ama o kadar az sayıda olup bu kadar çeşit olana ben başka bir dünya görüşünde rastlamadım. Aslında senden de iyi anarşist olur ha, belki de öyle sanıyorsundur kendini kim bilir. Ama ben yine de sevmem seni boşa kasma.

Hani sen diyorsun ya "Okumayın beni" ve hatta tepiniyorsun bize geçirdiğin duyguya bakarsak, hatta tırnaklarını bile yiyiyor olabilirsin. Belki de Dündar'ın filmindeki Atatürk gibi yalnız, mutsuz ve umutsuz, anlaşılamamış biri olarak 1 büyük rakı devirdin de yazdın bu yazıyı. Yazık ama gözüm be. Bak sirozu var, kanseri var, yazıktır gençliğine. Radikal gençliğinden bahsediyorum. Ahahah ben onları kovmam ama. Gençliklerine veriyorum.

29 Ekim 2008 Çarşamba

İleri tecavüz teknikleri

Açık konuşacağım kardeşim. Am bekçiliğinden sik avukatlığına uzanan geniş yelpazede bir o yana bir bu yana yol alanların götüne koyayım.

Siktiminin, bunak, sik düşkünü, kafasız, yüzsüz, arsız, orrospu çocuklarına her kim kol kanat gererse, anası, bacısı, çoluğu çocuğu bu sapıkların düşlerini süslesin. Belki o zaman "sineği sikti ama kimsenin beli incinmedi" deli saçmalarına kendileri de hayret eder.

Götüne koduklarımla dolu memlekette eğer bir kişi bile 14 yaşında çocuğu kendine allah tarafından ikram edilmiş bir et parçası olarak görüyorsa, başına da allahın sardığı bela olarak algılayacağı 5000 Cengiz Han düşsün. Eğer bu ülkede bir tane bile allahın belası çıkmıyorsa bize de yazıklar olsun.

Ulan sayın ebesi sikik orrospu evladı yarrak kafalı kerhanede düzülmüş yavşak ibneler! Ne çeşit belaymışsınız lan siz! Düne kadar dedim "götümüzü bile satarsınız" diye ama, çoluğun çocuğun ırzında gözünüz olduğu da belli, yine de lan şerrefsiz kıl dönmesi mahlukatlar bi de bunu legalize mi ettireceksiniz lan!

Hayatta her türlü puştluk kabulümdür. Olur böyle vakalar derim, bazen siterim karşımdakini bazen anında silerim hafızamdan. Yahut da sittiminin salak karısı kendini ikinci sınıf olarak kabul ediyorsa girsin çarşafa, hatta ayağına taş bağlayıp köprüden de atabilir kendini. Neticede o kadar basmıosa kafası, yoksa iradesi, ne skim eziyet çekerse çeksin. Zaten o karının algısı zayıftır. Çektiği eziyeti bile farketmez çoğu, kafa dumanlı mübarek. Amma sen 14 yaşında kızı eğer ki yok regl olmuş, yok kıvama gelmiş diye sikmeye kalkarsan, bir de bunu yasallaştırtırsan senin de ırzına eşşekler geçsin lan. Biz de filme alalım youtube'a koyalım. Hatta ağzını burnunu siksin filler.

Açık konuşuyorum. Alayınızı sikiyim.

Kemal


Günlerden 29 Ekim saatlerden 11:30 iken elimde bilet, etrafımda en güzel elbiselerini giymiş, makyajını yapmış cumhuriyet teyzeleri(makyaj kısmı hariç annem de bu güruhtan) , çoluğunu çocuğunu kapmış getirmiş tatlısu müslümanı, laik, Atatürkçü (hayır "Kemalist" değil efenim, onu sonradan gündeme kakaladılar, bizim köyde "Atatürkçü" denir. Yanisi apolitik, atatürk ne içtiyse aynısından ısmarlayan kitlenin mensubu) bir kesim bekledik "Mustafa" başlasın da izleyek deyü.
Şimdi tabi "Mustafa" Atatürk'ten bahsedilirken sıklıkla tek başına kullanılan bir isim değil. Nitekim Atatürk de ya "M." veya hiç kullanmayarak imzalarını atıvermiş oraya buraya. En çok "Kemal" demiş kendisine anladığım kadarıyla. Onunüçün de başlık "Kemal".
Kendini kendi tanımlayacak insan, kendi sıfatlandıracak, kendi adlandıracak. Bunu yapmayan/yapamayan adam bırak tarihi şekillendirmeyi, "Bi durun lem! Bu iş öyle olmaz böyle olur" deme cesaretini göstermeyi, iki eliyle bi sikini bile doğrultamaz.
Can Dündar bu ismi "o aslında içimizden biri" mesajını vermek, onu en saf haliyle tanıtmak için kullandığını söylüyor. Yani dikkat çekmek için değilMİŞ. Ama önemli değil tabi. Mustafa, Kemal ya da Atatürk veya iblis yahut dinsiz deyin. Atatürk yine bildiğiniz Atatürk. Ama tabi her zamanki gibi genellikle bakıp da göremediğiniz.
Film, tarihteki bir kısım detaya şöyle bir dokundurup geçmiş ama süre kısıtlı tabi. Filmi pek çok yapımdan ayıran en önemli özelliği bizim resmi tarihte çok da vurgulanmayan bazı önemli konulara alenen değinmiş olması. Misal Atatürk'ün kürtlere özerklik sözünü vermesi (Gerçi Atatürk de köprüyü geçene kadar dinciye, komüniste ona buna "he he" demek durumunda kalmış ondan dolayı bence bu söze çok da güvenmesin bazıları tezlerini savunurken).
Biz hiç Atatürk'ün "Sevgili müslüman kardeşlerim ve komünist yoldaşlarım" diye başlayan cümlelerini okumadık misal tarih kitaplarında. Yahut onun tepeden indiği iddia edilen kitaplarla, gaipten alınan ilhamlarla, dogmalarla değil hayatın gerçeklerinden alınan ilhamlarla ülke yönetme vurgusundan haberdar edilmedik.
Elitist anlayışın doruklarındaki yapısı, dikta yönetimi anlayışı vs'si yani okuma ve araştırma külfetine katlanan pek çok kişinin kolaylıkla ulaşabileceği ama ona zahmet etmeyenlerin devletin resmi politikası gereği bihaber oldukları pek çok mevzu nihayet toplu bir biçimde gündeme getirildi. Ama tabii ki detaysız, yorumsuz biraz da yavan bir biçimde.
Çünkü biraz daha detaya inildiğinde işler karışıyor. Ama yine de belki birilerinin kafasında bir soru işareti yanar. Birileri de neymiş acaba, neler olmuş diye meraklanır ne bileyim.
Ancak öyle olursa küçükken hocadan yediği dayağa bağlamaz birileri medreselerin kapatılmasını. Daha bir derin analizler yapabilir. Çünkü filmin böyle bir mesajı olmasa dahi o söylenen sözü aynen alıp hafızaya yazan zilyon tane salak var.
Şu meşhur "Atatürk'ün gözü düzeltiliyor resimlerde" iddiası da gayet normal bir biçimde anlatılıp geçmiş. Yani atamızın gözü şarapnel yüzünden biraz kayık. Paniğe lüzum yok.
Çıkan isyanlardan çok Fikriye, Latife ve diğer aşklara vurgu yapılmış. Bu aşk mevzuları çok insani göstermiş tabi Atatürk'ü heralde. Bunlar da önemli mevzular ama çıkan isyanlar, anlaşmazlıklar, dönen oyunlar, alınan kararlar ve sonuçları bu kadar da silik değil bu gönül maceralarının yanında.
Ve tabii ki Atatürk'ün yalnızlığına yapılan vurgu. Hüznüne odaklanmalar. Kusura bakmayın elbet anlaşılamama, yorgunluk kimi zaman bezme söz konusu olabilir. Ama o kadar da yalnız, depresif, neşesiz bir hayat değildi son yılları gibime geliyor.
Yani belgesel olarak zayıf, kurgusal olarak fazla tarafsız gibi gözükme kaygısında bir taraflılık söz konusu.
Yine de "Beni hatırlayınız" diye rica eden bu çılgın Türk'ü izlemenin verdiği coşkuyla filmin bitiminde filmi alkışlayan, çıkışta karşılaştığım sosyal aktivite olarak okul gezisiyle filme gelen çocuklara şunu sormak isterim. "Onu hatırlayacak mısınız?".

24 Ekim 2008 Cuma

22 Ekim 2008 Çarşamba

Abuklamname 3


Şöyle de bir Tuna Kiremitçi havası yakalamak ne güzel be. Misal Nick Cave. Aman o ne öyle!

Bazen kendimi ertesi gün giyeceğim eteği kolalarken filan hayal etmeye çalışıyorum. Ama kolalamak nasıl bir kimyevi işlem hiç bilemiyorum. Hadisenin kimyevi olduğundan bile emin değilim. Frank Sinatra iyidir ama. ABD milli marşını söylerken değil. Aaa-meee-ri-caa, Aaa-mee-ri-caaa...shining pupuuu tam da burda Nina Simone'dan bahsedebilirdik ama hiç gerek yok.

Sevgili herkes. Olan şu. Neye sahip olmak istiyoruz? Neye sahibiz? Nedir yani. Belli ki bir paket sigara, bir litre kola yanına da sarma ile olmuyor bu işler.

Olaylar hiç de Moulin Rouge'daki gibi gelişmiyor. Zaten onun da bir olayı yok aslında.

Catherine Zeta Jones olmuş taş. Bir zamanlar Serpil Çakmaklı gibi olmasının bir ehemmiyeti yok zannımca. Bizim de düne kadar götümüzdeki boku temizliyorlardı.

Şunu açıkça beyan etmek istiyorum. "Ay kedi, öf köpek" diye kaçışan tipler var ya. Ha farkında değilsiniz ama ben de sizden kaçmaya çalışıyorum.

Ya bir de fikir mülkiyeti, telif hakkı şu bu var. Off hepimiz ölücez.

Ne bileyim bazen akbil'in var diye meksika sahillerine gidebilirsin sanıyorsun. Oysa mustakil Shawshank'inde kurtuluş hangi kitabın içinde bilmiyorsun.

Salute!

17 Ekim 2008 Cuma

Apocalypto



"Apocalypto" Mel Gibson kişisinin Maya tarihi, kültürü ve edebiyatı ile alakalı resmi görüşlerini şahane bir şekilde sunmuş olduğu filmi oluyor efenim. Fakat filmin adı yunan dili ve edebiyatından. "yeni başlangıç" yahut "kıyamet" gibi anlamları mevcut deniyor. Adı yunanca ve fakat nasıl ki isa'nın derdini aramca dinledik mayaların derdini de yukatek'ten alt yazı dinliyoruz.

Tabi Mel Gibson'ı az çok tanıyoruz. Kendisi dini bütün, şiddet eğilimli, alkolik ve sıradanlıktan kahramanlığa geçiş yapan bilimum peygamberimsi insan öykülerini tarihi atmosferlerde anlatmayı seven bir kimse.

Nasıl biri olduğunu çıkardığı işlere yansıtan biri olduğu için filmin asıl mesajını "O çok gelişmiş uygarlık dediğiniz varolma biçimlerini dünyadan kazıdık ama sor bak niye kazıdık?" olarak ele alabiliriz. Ve fakat ben Mel'in ne anlatmak istediğiyle değil kendim ne anladım ondan bahis açacağım.Ha bir de filmde mayalar, aztekler, inkalar hepisi birbirine karman çorman olmuş olabilir. O kısmı da es geçiyorum netekim belgesel değil film bu.

Film şöyle başlıyor. "Büyük bir uygarlık kendi içinden parçalanmadıkça fethedilemez". Kim demiş? William James Durant. İyi güzel. Ben de bazen yazılarıma (böyük yazar maria sırlarını açıklıyor:p) böle işte zamanında bilmemkim ne demiş diye başlarım. Sebep? "Aslında ben yeni bir şey söylemiyeceğim diyen demiş hepsini" demek.

Efendim yani anlayacağınız sevgili Mel sanırım diyor ki misal aztekler altınları ele geçirilsin diye Cortez tarafından soykırıma filan uğramadı. Cortez az daha beklese bunlar kendiliğinden hakkın rahmetine kavuşacağdı. Yani öyle silahlanma, askeri taktik, üçkağıt filan boşa yordu adamcağız kendini.

Mel'i bu durumda sağ başparmağımla ve onun kankası sol orta parmağımla tanıştırmak isterdim.

Efendim tabii ki ulusların kendi temelini en güzel içindeki tahtakurular filan çatırdatır şudur budur. Ama güney amerikada yaşananları bu şekil açıklamak için çok sıkı dindar olacak kadar aptal ya da sarhoş olmalıyız zannımca.

Geçelim filmden aldığımız tada tuza. Görsel olarak, oyunculuk olarak, klasik ama sağlam kurgusu bakımından ve de müzikleri de ki tam tam tum tum kısımlar için konuşuyorum gayet de harikulade iş çıkartılmış.

Film ne anlatmaya çalışırsa çalışsın bir kez daha anladık ki medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar. Şimdi adaya geldi elde haç bir kısım kimse ne oldu? Yani daha beter bela geldi. Demek ki neymiş daha büyük medeniyet daha büyük diş, daha büyük canavar.

Kardeşim diyorum size, mis gibi gidip takılalım ormanda, mağarada. En kötü ihtimal jaguar gelir suratını parçalar ki onun da üç beş önlemi var. İki börtü böcük sokar ki onları açık yarayı dikiş niyetine kullanmış insanlar. Bi süre lost hesabı geçiş süreci sıkıntısı olacak. Lakin sonra vazgeçmek mümkün olmayacak.

Şehirleştikçe manyaklık artıyor. Ne kadar çok insan bir araya gelirse o kadar sorun çıkıyor. Her türlü manyaklık olağan bir yaşama biçimi halini alabiliyor. Çok insan çok manyak olasılığı ve her manyaklığın peşinde akıp gidebilecek bolcana hıyar.

İşin açıkçası ben de küçükken, ama yani harbi epey bir küçükken üstelik de tarımla filan uğraşmadığım halde güneşi tanrı filan gibi bir şey sanırdım. Gerçi o kadar küçüktüm ki (diyeyim toplayım biraz) ay ve güneş'i aynı şey sanıyordum. Dünyadan uzaklaştığında ay, dünyaya yaklaştığında güneş olduğuna dair bir görüşüm vardı ki aynı anda gökyüzünde nasıl olabildiklerini nasıl açıklıyordum bilemiyorum. Ama tabi "Dur iki kedi kesiyim de akacak kanla memnun edeyim güneşi" gibi bir derdim yoktu zira elbise, bisiklet gibi isteklerimi anne tanrıçasından talep ediyordum.

Yani aslında bu tip salaklıklar, inançlar, vahşet, ve daha bir çok şey çok da değişmedi. Sadece giyim kuşam alet edevat değişiyor, insan o kadar da çabuk değişmiyor. Zaten bi bakıyorsun sümerler, antik yunanlılar, romalılar, mayalar, hindular şunlar bunlar çok farklı coğrafyalarda çok farklı tarihlerde dön dolaş aynı şeyleri anlatmışlar. Daha hala da böyle gidiyor. Mitler değişiyor sadece. Bu evrensel gerçeklerden bahsetmekle alakalı değil, evrensel korkular ve insan olmanın zorluklarıyla alakalı.

Filmdeki yaşlı mayalı amcanın da dediği gibi içindeki boşluğu doldurmak için bir şey, bir şey, bir şey daha istersin ve doğanın sana verecek bir şeyi kalmaz bir süre sonra. İçinde boşluk olanların manyaklıklarına da şahit olup dururuz.

Benim güneş hayranlığım neyseki hayranlık safhasında kaldı. Daha hala da güneşe bakınca içim ısınır, yaşama sevinci gibi bişiler hissederim. Kusura bakmayın ama içimde hiçbir zaman tanrı ya da tanrıları memnun etmek adına herifin birinin kellesini koparıp merdivenlerden fırlatmak, yahut koyunu kesip kanını alnıma sürmek gibi manyaklıklara yol açacak bir boşluk hissetmedim. Hissedersem de 112'yi filan arayın bi zahmet.

10 Ekim 2008 Cuma

mülakat çılgınlığı


Benim gibi emekliliği gelip de daha hala iş görüşmesine gidecek potansiyele sahip manyakların çok hakim olduğu bir mevzudan bahsedeceğim bu gün.

Evet konumuz mülakat, yüzyılın en hastalıklı aktivitesi.

Çalışmak istemeyen adam ne yapar? Çalışmaz. Oldu canım. Az çalışıp, çok para kazanıp bir an önce para da biriktirmek suretiyle Dilbert'lıktan istifa etme arayışına girer. Ya da karı/koca bulur filan. Ama evli olmak da bi iş tabi. Tam zamanlıdan öte 7/24 filan hatta.

Şimdi böyle böyle plan yapıyoruz ediyoruz. Yeni iş imkanları, gelir kaynakları arıyoruz. Saolsun moderen köle tüccarları olsun, sahipler olsun "gelsin görelim" diyorlar gidiyoruz ebemizinkini göstermeye.

Ben burada mülakat trickleri filan verecek değilim. Netekim çok iş değiştiriyorum ama kariyerim başladığı günden beri düşüş trendinden kurtulamadı. Allah inandırsın evde bebeler aç, saksıdaki çiçek bile kendini intihar etti, kedim 3 işte çalışıyor filan. Yetkili ve de yetkin değilim yani o mevzuda.

Benim asıl mevzum mülakat üzerine beyin meltemi olacak anlayacağınız.

Abicim baron değilim, kahya değilim ben kime yapacam mülakatı? Kimin ömründen çalıcam?Kimin zekasını sorgularken gerzekliğimi teşhir edicem?

Düşündüm taşındım "ben de hayatıma alacağım insanlara yaparım" dedim bu işkenceyi. Kusura kalmayın şimdiye dek çok beynimi miktiler bu mülakat bokuyla, ilahi denge adına benim de birilerini mikmem gerek(Tabi bunun için gönüllü adaylar olması lazım. Şimdilik bu kısmı es geçmek durumunda kalıyoruz). This is Karma! (Bunu da kıçımdan anlamışım gibi gelio ama:p).

Bunun için çeşitli tüzel, tikel, tekel, tekil kişi ve kişiliklerle şöyle mülakatlar tasarladım;

İş yeri ile mülakat;

-İyi günler Maria hanım. Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?
-Siz bi bahsedin bakiyim kendinizden önce.
-Euu tabi. Şirketimiz yüzdeyüz yabancı sermayeli bir...
-Rus musunuz?
-Hayır nerden çıktı bu?
-O etekle ayakkabıyı nerden aldın? Laleli mi? Sikişgen misin?Nedir bu halin senin?
-Aaa. Siz kim oluyorsunuz da...
-Ben orospu olup olmadığınızı anlamaya çalışan bir adayım. Yüzdeyüz yabancı sermaye derken kendinizden mi bahsediyorsunuz? Rus musunuz?
-Şimdi güvenliği çaırıyorum?
-KGB'yi mi
-Allan manyağı çık çııık
-Ortodoksların allahı olur mu be?
-Ayy imdat.
-Ben katolik olmayı düşünüyorum. İş yerinizde şapel filan var mı? İtmesenize kardeşim. Mülakat hakkı engellenemez!De get pis gomünistler sizi...

*******

Bakkal ile mülakat;

-Eyi günneeer.
-İyi günler beyfendi ben Maria adınız?
-Hüsam Gavatoğlu
-Adınızın sosyal anlamda yaşattığı stres kaynaklı psikolojik sıkıntılarınız var mı?
-Adımın sosyal nesi varmış mı? Anlamadım :I
-Peki yok diyorum ben. Satacağınız gazeteleri kırıştırarak okuyup, bulmacalarını, eklerini filan iç eder misiniz?
-Prensip icabı hayır!
-Mükemmel. Karınızla aranız nasıl. Haftada kaç kere seks yaparsınız?
-Sapık mısın kardeşim. Siggigit...sigigit
-Beyfendi böyle yaparsanız korkarım haftasonlarımı hipermarket kasalarında bekleyerek geçiriciğim.
-Siggit...sigigit...

******

Feysbuk arkadaş listesi adayı ile mülakat;

-Sevgili Mahmut. Arkadaşlık rekuestini gördüm. Fakat prosedür icabı seni listeme almadan önce bu mesajdaki soruları cevaplayıp göndermen gerekiyor. Sorular şöyle;

1)Yazdığın notta "meraba mari ben mahmut ilokuldan hatırladınmı" demişsin. İlkokul öğrencisi misin? Son türkçe sınavından kaç aldın?

2)Profiline doğan görünümlü şahin'in önünde dikilme fotoğrafı koymuşsun. Mallık var mı biraz?

3)Seni listeme alsam bana hangi aplikasyondan hangi gift'i yollardın.

4)Dürtüklemekle aran nasıl. Dürtücü bi kişi misin?

5)"Şu an ne yapıyorsun?" sorusuna aşağıdaki şıklardan hangisini yazardın?

a)Maç izliyorum
b)Karının birine webcam açtırmaya çalışıyorum
c)147,895. smiley'imi yaptım, enter'a basıyorum
d)Allah'a küfrettim belamı vercek mi diye bekliyorum
e)Dalgalanıyorum duruluyorum

Başarılar.

******
Tabii ki sevgili adayı ile mülakat;

-Öncelikle bir takım sorularım olacak sevgili Bodurcan
-Sor Maria
-Bi kere dürüst olalım. Her şeyden önemlisi kaç santim?
-Nasıl kaç santim?
-Brütle uğraştırma beni sen neti söyle
-Boyum mu?
-Hesaplattırma bana şimdi, ölçmüşsündür sen. Kaç çıktı?
-xx cm

(burda belirli bir skalanın içinde olan cevaplar must! Ona göre mülakata devam edilir yahut adaya hayatta başarılar dilenir. "Cinsellik her şey değil" filan gibi şeyler söylenip teselli edilir. Durumun vahametine göre artık)

-Ağırlık çalışır mısın Bodurcuğum(Bir önceki cevabın çok olumlu olması hallerinde kullanılan tense)
-Bazen dambıl filan (Aday olumlu gidiyor. Yük hayvanı olarak kullanılabilite high)
-Çok güzel. Misal haftasonu sen bi yerlere gitmek istedin "ben malak gibi yatasım var gelmem" dedim. Ne dersin?
-"Peki" derim. Maça giderim. Kahveye giderim. Wow oynarım 48 saat(Olumlu. Aday tek başına vakit geçirebiliyor. Ama ideal cevap her zaman için "Yemek hazırlarım, sana masaj yaparım" gibi şeyler. Tabi ideal bir dünya değil burası.)
-Harika.Yalan söylemeyi becerebilir misin?
-Ohoo piç Bodur herkes bana ahıahı...
-Çok güzel(Biraz salak ama iddialı bu konuda. Umarım becerebilir)
-Peki Bodurcan. Ben sana en kısa sürede döncem. Olmadı bi deneme süresi ayarlarız oki?
-Ha bu arada ben net cm'yi söyledim. Kafayı da çıkardım. Ona göre değerlendir.
-Tel kaç demiştin sen?

5 Ekim 2008 Pazar

aktütün karatütün

4 Ekim'de Şemdinli Aktütün karakolu PKK'lılarca basıldı. Netice ölenler, yaralananlar, feysbukta siyah kurdelalar...

Şimdi bir karakoldakilerin yerine koyuyorum kendimi. Takvimde şafak -1 daha yapmışım. Ne bileyim belki mektup yazıyorum allı güllü bir şeyler çiziktiriyorum. Postaldan bezmişim, parmak arası terliğin varlığını takdir eder olmuşum belki. Takılıyorum işte kendi halimde. Takılmak değil bu tabi devlet vermiş elime silahı. Yan gelip yatmıyorum, kınalı kuzu gibi bekliyorum işte. Sonra bir gürültü bir kıyamet. Bir bakıyorum her şey soğuk, ben soğuk. Dramatize etmiyorum yani bunun gibi şeyler işte yaşananlar. Daha da dramatize edilebilinir kabul edin.

Bir de elde silah karakol basanın yerine koyuyorum kendimi. Olmaz demeyin o da bir insan biz de. Elimde silah birileri demiş "Git şu karakolu bas. Öldür kim varsa." Tıpkı kınalı kuzu gibi yine aslında. Kurban bayramında süslenip püslenen. Kanı bir şeylere feda edilmeye hazır.

Şimdi birileri birilerini dürtüklüyor. Hani "Gelmeyin oyuna" deniyor habire de kim ebe kim sobe ben anlamıyorum gerçekten.

9 Ekim'de terörle mücadele toplantısı yapılacak. Asker uzatma süresi isteyecek hakemden. "Sınır ötesinde işim bitmedi daha" diyecek. Belki harçlık isteyecek ne bileyim. PKK da mal ya. Tam da bu toplantının arifesinde Bruce Lee gibi "gel gel" yapmaya karar veriyor.

Kusura bakmayın benim kafam karıştı biraz. Ben böyle durumlarda bu işten kimin çıkarı olur diye düşünürüm hep. Açıkçası çıkar elde edecek çok kesim geliyor aklıma. Ama hiçbiri de o karakolu basanların ya da o karakolda basılanların ve ailelerinin dahil olduğu kesimler değil.

Sevgili Bülent Ersoy. Koy adaylığını vericem sana oyumu. Ahan da bunu da yazıyorum buraya.

4 Ekim 2008 Cumartesi

intihar mektubu



Fahişelik en eski meslekse intihar da en eski hobidir tahminim.
Pek çok insan kendi intiharını kurgulamıştır. Bu pekçoğun pekçoğunluğu da olayın tamamen bir kurgu olduğunun bilincinde öylesine senaryolar yazarken, bazıları cenazesine katılacakların listesini hazırladığı gibi gezegenlerin ölüm anındaki konumunu bile hesaplamıştır. Bu kadar detaya giren adamı da hiç mi önemsemediniz kardeşim!

Her intiharın süsü intihar mektubudur. Yazmadan basıp gidenin edebiyata saygısı olmadığı gibi imlası da benimki gibi boktandır.

İntihar mektuplarında en sevmediğim "Bu kimsenin suçu değil" cümlesidir. Rica ederim hayatınıza giren insanların hakkını teslim edin. Herkesin ama ufak, ama büyük bir katkısı vardır.

Kimisi size hayatta güzel şeylerin de olabileceği ümidini vermiştir. Kimisi de direk azınıza sıçmıştır. Gelen geçen herkes bi bok yemiştir yani.

Misal veriyorum idealim mektupla alakalı olarak. Şöyle şeyler görmek istiyorum deyü;

"Abdürrezzak sözüm sana. Sen su katılmamış bi o.ç'sun bunu bilesin. Sevdiğim o.'yu ayartıp zükmen yetmemiş gibi bi de gittin nişanlandığım şapşal karıya bile iş oldun. Sen ne hazımsız bi herifmişin be. Neyse senden aldığım 10bin ytl borç vardı ya. Ha yedim ben onu, geçmiş ola"
Ya da
"Azına zıçtımının ilkokul öğretmenime de gıcıktım zate. Karı "Sende müzik yeteneği yok evladım" dedi. Ulen ırıspı senin yüzünden belki de kral tv müzik ödülümü alamadım. Nice karı kız donunu ve içindekini önüme fırlatacaktı belkide. Abazan geldim abazan gidiom mına goyyim..."
Olmadı
"Ayrıca nevbahar apartmanında oturan o yeşil gözlü çocuğa da haber edin. Ulen kaç kere bakkalda karşılaştık bi yüzüme bile bakmadı. 32 tane aşk şiiri yazdık herife daha adını öğrenemeden gidioz a.k."
Veya
"Annecim. Hani hep yaptığın meşhur lahana çorban var ya. Ha işte onu yapma sen. Bok bulamaç bişi o. Bu, bi de beni doğurman dışında bi yanlışını görmedim gerçi.."
Sevgili ölümden değil yaşamaktan korkan arkadaşlarım. Haklısınız. Yani ben de sabah uyanmaktan hoşlaşan biri değilim. Öyle her yaşadığı yeni günü neşesiyle kutsayan zırzoplara da tahammül edemiyorum açıkçası. Anlıyacağınız ben de sizdenim. Biraz daha özen ve samimiyet ltfn tşkr.