28 Ocak 2008 Pazartesi

Reeker




Türkçe dvd kapaklarında “davetsiz gelen” diye de adlandırıldığını tespit ettiğim film. Bu isim de hoş olmuş bence.

Reeker benim gibi klasik gerilim ve korku filmlerine bayılan tipler için vücut bulmuş bir film zannımca. Bilhassa introya bayıldım.

Hani yok artık ben sıkıldım aynı teranelerden derseniz bilemem. Ben seviyorum kardeşim “böö”lü, testereli, “anniciiim”li, soteli filmleri.

Bu filmin özelliği ise mantığının belli bir temele oturtulması konusunda hassas ve yaratıcı olunması.Ve evet korku filmi klişeleri de çok iyi kullanılmış.

Film neden bilmiyorum pek beğenilmemiş anladığım kadarıyla. Imdb’deki değerlendirmeler bilhassa o yonde. Benzer filmler söz konusu olabilir ama ben bu tür bir düğüm ve çözüme daha önce rastlamadım açıkçası.

Tabi sırf final için onca vakit harcanmaz ha bi de anlayamayan çıkarsa diye tane tane anlatılıyor mevzu finalde ama neyse artık.

Bence efektler olsun, oyunculuk olsun fena değildi. Bazı kısımlar ve performanslar gereksiz olsa da.

Hikaye belki biraz daha güzel ve etkileyici işlenebilirdi ama konu ölüm olunca fazla kasmaya gerek kalmıyor zaten.

Evet bugünkü konumuz davetsiz gelen ölüm ve onun bize hediye getirdiği berbat parfüm ile başa çıkma yöntemleri hakkında bir filmdi.

Kendinize iyi bakın ve ölmemeye çalışın.

Unknown



Unknown 2006 model bir film. imdb izleyicileri 10 üzerinden ortalama 6.5 oy vermiş. Aslında hakkı da bu kadar olan bir film diyebiliriz. Ama bu filme göz atmak büyük bir vakit kaybı sayılmaz.

Film basit bir soru çevresinde şekillenmiş. “Aslında kimiz?” ana soru. “Yaşadığımız şeyler mi bizi biz yapıyor?”, “Geçmişten, yaptıklarımızdan soyutlansak yine aynı kişi olabilir miyiz?” bonus sorular.

Bu sorular hep sorulmuştur. Gerçekten pişman olmakla değişim mümkün mü, yoksa kaçamıyacağımız bir özbenlik tarafından çoktan hapsolduk mu?

Herkesin kendine dışardan bakma şansı olmuyor ne yazık ki. Başkalarının gözüyle görebilmek için kendini, başkası olmak zorundasın. Bu da halk dilinde deliliğe tekabül ediyor. Oysa gaz kaçağını soluma teknikleri hususunda yol da gösteriyor bu film.

Belki de çok sarhoş olduğumuz bir gece “bu pantolonu hangi akla hizmet aldım ben” diyip kendini beğenmemek gibi bir şey bu. Aynadaki yabancıya “ben” diyebilmek zorlaştıkça bu da kolaylaşabiliyor.

Kişi kendini unuttuğunda ya da hatırladığında olduğu şeylerin arasındaki makas ne kadar azsa o kadar net bir öze sahiptir zannımca.

Gaz ya da çelik olmak çok da önemli değil. Ama yüksekten korkanlara elbet çelik modeli tavsiye edilir. Zira hapsolunan her neresi ise ilgili koruyucu alan beklenmedik bir şekilde kırıldığında yahut kapağı açıldığında uçmak ve dağılmak birçokları için hazindir.

Bir de hayat anlar silsilesi ama kronoloji çok mu önemli acaba? Masumluğun yitirilmesi aslında bir zamanlar masum olduğunuz gerçeğini ne derece değiştirir. Ya hep aynı anlara takılıp kaldıysanız ve an itibariyle yaşadığınız her şey çoktan anlamini yitirmiş bir maçın gereksiz uzatmaları ise.

Kimlerden olduğun ve neden onlara katıldığın yahut yalnızlığı seçtiğin önemli. Ama tüm bunları istesen de değiştirmeyi başaramaman, yine seni sen yapanlardansa, suçlanacak birilerini aramak anlamsızlaşıyor. Kimsenin suçlu olmadığı bir dünyada bu kadar acı varsa adalet de uyduruk bir erdem tanrısı değil mi?

Herkes bir şeyleri yüceltiyor ve fakat her şey bu kadar basit ve anlamsızken yazık oluyor onca enerjiye.

Kötücül planları olan ve olmayanlarla bir arada yaşıyoruz.

İstemeden kötü olanlar, bunu seçenler ve onların masum kurban adayları iyi insanlar.

Ama iyilerin de bir planı var. Yaşama güdüsü hepimizi sarmış çünkü.

Siz kimlerdensiniz?