28 Ocak 2008 Pazartesi

Unknown



Unknown 2006 model bir film. imdb izleyicileri 10 üzerinden ortalama 6.5 oy vermiş. Aslında hakkı da bu kadar olan bir film diyebiliriz. Ama bu filme göz atmak büyük bir vakit kaybı sayılmaz.

Film basit bir soru çevresinde şekillenmiş. “Aslında kimiz?” ana soru. “Yaşadığımız şeyler mi bizi biz yapıyor?”, “Geçmişten, yaptıklarımızdan soyutlansak yine aynı kişi olabilir miyiz?” bonus sorular.

Bu sorular hep sorulmuştur. Gerçekten pişman olmakla değişim mümkün mü, yoksa kaçamıyacağımız bir özbenlik tarafından çoktan hapsolduk mu?

Herkesin kendine dışardan bakma şansı olmuyor ne yazık ki. Başkalarının gözüyle görebilmek için kendini, başkası olmak zorundasın. Bu da halk dilinde deliliğe tekabül ediyor. Oysa gaz kaçağını soluma teknikleri hususunda yol da gösteriyor bu film.

Belki de çok sarhoş olduğumuz bir gece “bu pantolonu hangi akla hizmet aldım ben” diyip kendini beğenmemek gibi bir şey bu. Aynadaki yabancıya “ben” diyebilmek zorlaştıkça bu da kolaylaşabiliyor.

Kişi kendini unuttuğunda ya da hatırladığında olduğu şeylerin arasındaki makas ne kadar azsa o kadar net bir öze sahiptir zannımca.

Gaz ya da çelik olmak çok da önemli değil. Ama yüksekten korkanlara elbet çelik modeli tavsiye edilir. Zira hapsolunan her neresi ise ilgili koruyucu alan beklenmedik bir şekilde kırıldığında yahut kapağı açıldığında uçmak ve dağılmak birçokları için hazindir.

Bir de hayat anlar silsilesi ama kronoloji çok mu önemli acaba? Masumluğun yitirilmesi aslında bir zamanlar masum olduğunuz gerçeğini ne derece değiştirir. Ya hep aynı anlara takılıp kaldıysanız ve an itibariyle yaşadığınız her şey çoktan anlamini yitirmiş bir maçın gereksiz uzatmaları ise.

Kimlerden olduğun ve neden onlara katıldığın yahut yalnızlığı seçtiğin önemli. Ama tüm bunları istesen de değiştirmeyi başaramaman, yine seni sen yapanlardansa, suçlanacak birilerini aramak anlamsızlaşıyor. Kimsenin suçlu olmadığı bir dünyada bu kadar acı varsa adalet de uyduruk bir erdem tanrısı değil mi?

Herkes bir şeyleri yüceltiyor ve fakat her şey bu kadar basit ve anlamsızken yazık oluyor onca enerjiye.

Kötücül planları olan ve olmayanlarla bir arada yaşıyoruz.

İstemeden kötü olanlar, bunu seçenler ve onların masum kurban adayları iyi insanlar.

Ama iyilerin de bir planı var. Yaşama güdüsü hepimizi sarmış çünkü.

Siz kimlerdensiniz?

30 Aralık 2007 Pazar

Kendi ülkende yabancı turist olmak

Hani alışıktık yerli turist olmaya. Bi kaç bavul, bir bilet, kolaydı. Sarışın her insan evladı TC vatandaşı gibi bolcana da yabancı turist muamelesi görüp, kazıklama denemeleri de yapıldı üzerimizde. Lakin durum şimdi çok başka. Şimdi ben de ikna oldum ve hazırım cola turka'yı 5ytl'ye almaya.

Yok ben "Böyle giderse terk ederim bu ülkeyi" filan diyenlerden değilim. Yani beni buyur etmeye meraklı ülke pek yok. Zaten ülkelerle de işim yok. Aslına bakarsanız fezaya gidesim var mecalim yok.

Sokağa çıkıyorum, karışıyorum halkıma. Diyorlar "senin halkın ahan da bu". Yok lan daha dün koşup oynuyordum sokaklarda. İstanbul'da. Bu halk bu değildi. Öyleymiş efendim bizim özümüz buymuş. Gitmesek de görmesek de o köylerde bu insanlar yaşar imiş. Nah öyle lan. Lab mamülü tipler len bunlar. Projektörlü toplantı odalarında şekillenmiş ruh hallerinden kıyafetlerine kadar her şeyleri.

Şimdi onlar bana bakıyor, ben onlara. Evet böyle bir ayrım var. Biz, siz. Yani ben şahsen öyle bişiy olmak istemediğimden ayırıyorum kendimi bi kenara. Siz de ayırın beni. Not alın kenara. "Cehennemlik" diye kıçıma damga vurun. "Bizden değil" deyin. Haklısınız çünkü kendi küçük dünyanızda. Böyle yapmazsanız, beni başka türlü tanımlarsanız valla alınırım. Yanlış anlaşıldım varsayarım. Ben size bakıp sizle dalga geçen ama asla size acıyacak kadar küçülmeyen kişiyim. Ama sizin dünyanızda "Cehennemlik" tam da bu durumu ifadeye tekabül ediyor. Eehehh evet takabül. Ah o güller bülbüller ne güzel başlamıştı hikayemiz. Ne kadar hazin bitecek.

Evet sokağa çıkıyoruz, televizyona bakıyoruz, gazete okuyoruz ve gitgide pasaportumuzdaki vizenin süresinin kısaltıldığını anlıyoruz.

Fındık kadar beyinlerin içi boş ve o boşluk akisler için çok da uygun. Fısıldanan o sesler büyüyor büyüyor o boşluklarda.

Yarın yine sokağa çıkacağım. Halkım yine akacak şehir merkezlerine. Sokaklarında dolaşıcağım ülkemin. Onlara göre Paris bana göre Tahran olan şehrimde.

9 Aralık 2007 Pazar

Lee Falk



Lee Falk The Phantom ve Mandrake the Magician'in 1911 doğumlu yaratıcısı. Benim için pek ama pek çok mühim bir şahsiyet. Şu dönem çocukların çizgiromanlarla alakası ne şekil bir seviyede bilemem. Ama bizim zamanımızda gayet seviyeli değildi. İçli dışlıydık. Suyu çıkmıştı ilişkimizin. Herkesin kendince en beğendiği karakter yahut hikaye vardır o dönem. Benimkisi ahan da Phantom'du. İlk özel kostümle sahnelere teşrif eden kahraman. Herkesin ölümsüz sandığı ölümlü efsane.




The phantom bizde kızılmaske idi. Beyaz atım olsa, Eden'a gitsem. Şöle havalı bir yüzükle damgalasam insanları. Ne bileyim. Herkese haddini bildirsem. "O köpek değil kurt" diye harlasam ona buna. Böyle doğayla içiçe ve kodumu oturtan bi insan olsam hayalleri kurdurdu phantom abimiz. Hayallere devam etmiyor değiliz aslında. Öyle bir iz bırakmış ki silemiyoruz. Belki çaktırmadan yüzüğüyle beni de işaretlemiştir.



Bir diğer hastası olduğum ama Phantom'la kurduğum gönül bağından çok hayal aleminde beni gezdirmesiyle büyüleyen yaratıcı hikaye ve onun muhteşem karakteri Mandrake idi. Mandrake karizma adamdı. Hoştu şuydu buydu. Değişik olaylar gelişirdi o vakit hikayede. Çocuk aklı heyecanla okurduk. Başta Lee Falk çizerken akabinde Phil Davis'e devretmişti Falk çizim işini.





Diğer çizgiromanlardaki gibi göz yoran, gereksiz bin tane tarama olmazdı bu iki çizgiromanda da. Bana göre bilhassa Phantom çocuklar için harika bir örnekti. Diğer kahramanlar gibi ne olağanüstüydü o kadar, ne de şiddet kallavi yumrukların haricinde çok fazla ön planda değildi. İyilik ve Doğa sevgisi çok fazla ön plandaydı. Zaten misal Mandrake'nin en yakın dostunun ırkçılığın maksimize olduğu bir dönemde arap olarak çizilmesi de son derece manidardı.

Bu güzel adama, verdiği mesajlara, yazdıklarına, çizdiklerine teşekkür ederim. Sayesinde çocukluğum bişeye benzedi bi nebze.