17 Ekim 2008 Cuma

Apocalypto



"Apocalypto" Mel Gibson kişisinin Maya tarihi, kültürü ve edebiyatı ile alakalı resmi görüşlerini şahane bir şekilde sunmuş olduğu filmi oluyor efenim. Fakat filmin adı yunan dili ve edebiyatından. "yeni başlangıç" yahut "kıyamet" gibi anlamları mevcut deniyor. Adı yunanca ve fakat nasıl ki isa'nın derdini aramca dinledik mayaların derdini de yukatek'ten alt yazı dinliyoruz.

Tabi Mel Gibson'ı az çok tanıyoruz. Kendisi dini bütün, şiddet eğilimli, alkolik ve sıradanlıktan kahramanlığa geçiş yapan bilimum peygamberimsi insan öykülerini tarihi atmosferlerde anlatmayı seven bir kimse.

Nasıl biri olduğunu çıkardığı işlere yansıtan biri olduğu için filmin asıl mesajını "O çok gelişmiş uygarlık dediğiniz varolma biçimlerini dünyadan kazıdık ama sor bak niye kazıdık?" olarak ele alabiliriz. Ve fakat ben Mel'in ne anlatmak istediğiyle değil kendim ne anladım ondan bahis açacağım.Ha bir de filmde mayalar, aztekler, inkalar hepisi birbirine karman çorman olmuş olabilir. O kısmı da es geçiyorum netekim belgesel değil film bu.

Film şöyle başlıyor. "Büyük bir uygarlık kendi içinden parçalanmadıkça fethedilemez". Kim demiş? William James Durant. İyi güzel. Ben de bazen yazılarıma (böyük yazar maria sırlarını açıklıyor:p) böle işte zamanında bilmemkim ne demiş diye başlarım. Sebep? "Aslında ben yeni bir şey söylemiyeceğim diyen demiş hepsini" demek.

Efendim yani anlayacağınız sevgili Mel sanırım diyor ki misal aztekler altınları ele geçirilsin diye Cortez tarafından soykırıma filan uğramadı. Cortez az daha beklese bunlar kendiliğinden hakkın rahmetine kavuşacağdı. Yani öyle silahlanma, askeri taktik, üçkağıt filan boşa yordu adamcağız kendini.

Mel'i bu durumda sağ başparmağımla ve onun kankası sol orta parmağımla tanıştırmak isterdim.

Efendim tabii ki ulusların kendi temelini en güzel içindeki tahtakurular filan çatırdatır şudur budur. Ama güney amerikada yaşananları bu şekil açıklamak için çok sıkı dindar olacak kadar aptal ya da sarhoş olmalıyız zannımca.

Geçelim filmden aldığımız tada tuza. Görsel olarak, oyunculuk olarak, klasik ama sağlam kurgusu bakımından ve de müzikleri de ki tam tam tum tum kısımlar için konuşuyorum gayet de harikulade iş çıkartılmış.

Film ne anlatmaya çalışırsa çalışsın bir kez daha anladık ki medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar. Şimdi adaya geldi elde haç bir kısım kimse ne oldu? Yani daha beter bela geldi. Demek ki neymiş daha büyük medeniyet daha büyük diş, daha büyük canavar.

Kardeşim diyorum size, mis gibi gidip takılalım ormanda, mağarada. En kötü ihtimal jaguar gelir suratını parçalar ki onun da üç beş önlemi var. İki börtü böcük sokar ki onları açık yarayı dikiş niyetine kullanmış insanlar. Bi süre lost hesabı geçiş süreci sıkıntısı olacak. Lakin sonra vazgeçmek mümkün olmayacak.

Şehirleştikçe manyaklık artıyor. Ne kadar çok insan bir araya gelirse o kadar sorun çıkıyor. Her türlü manyaklık olağan bir yaşama biçimi halini alabiliyor. Çok insan çok manyak olasılığı ve her manyaklığın peşinde akıp gidebilecek bolcana hıyar.

İşin açıkçası ben de küçükken, ama yani harbi epey bir küçükken üstelik de tarımla filan uğraşmadığım halde güneşi tanrı filan gibi bir şey sanırdım. Gerçi o kadar küçüktüm ki (diyeyim toplayım biraz) ay ve güneş'i aynı şey sanıyordum. Dünyadan uzaklaştığında ay, dünyaya yaklaştığında güneş olduğuna dair bir görüşüm vardı ki aynı anda gökyüzünde nasıl olabildiklerini nasıl açıklıyordum bilemiyorum. Ama tabi "Dur iki kedi kesiyim de akacak kanla memnun edeyim güneşi" gibi bir derdim yoktu zira elbise, bisiklet gibi isteklerimi anne tanrıçasından talep ediyordum.

Yani aslında bu tip salaklıklar, inançlar, vahşet, ve daha bir çok şey çok da değişmedi. Sadece giyim kuşam alet edevat değişiyor, insan o kadar da çabuk değişmiyor. Zaten bi bakıyorsun sümerler, antik yunanlılar, romalılar, mayalar, hindular şunlar bunlar çok farklı coğrafyalarda çok farklı tarihlerde dön dolaş aynı şeyleri anlatmışlar. Daha hala da böyle gidiyor. Mitler değişiyor sadece. Bu evrensel gerçeklerden bahsetmekle alakalı değil, evrensel korkular ve insan olmanın zorluklarıyla alakalı.

Filmdeki yaşlı mayalı amcanın da dediği gibi içindeki boşluğu doldurmak için bir şey, bir şey, bir şey daha istersin ve doğanın sana verecek bir şeyi kalmaz bir süre sonra. İçinde boşluk olanların manyaklıklarına da şahit olup dururuz.

Benim güneş hayranlığım neyseki hayranlık safhasında kaldı. Daha hala da güneşe bakınca içim ısınır, yaşama sevinci gibi bişiler hissederim. Kusura bakmayın ama içimde hiçbir zaman tanrı ya da tanrıları memnun etmek adına herifin birinin kellesini koparıp merdivenlerden fırlatmak, yahut koyunu kesip kanını alnıma sürmek gibi manyaklıklara yol açacak bir boşluk hissetmedim. Hissedersem de 112'yi filan arayın bi zahmet.

1 yorum:

  1. Ben de, film bittikten sonra müthiş bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Sonra yönetmenin Mel Gibson olduğunu anımsadım da titreyip kendime geldim.

    Mel'ciğim o kadar gerzek bir insan ki, Maya kimdir, Inka nedir, Aztek neye benzer, hepsini karıştırıp çorba yapmış! Allahın yandan yemiş Evangelisti! Bunun ne halt olduğunu en güzel South Park'ta anlatmışlardı! :-P

    YanıtlaSil

Yorumlar spam değilse küfür vs. içerse dahi yayınlanır ama biraz vakit alır :)