29 Nisan 2008 Salı

Beyin çorbası

Hani sürekli bilimsel alanda ne naneler yediler takipte değilim ama epeydir bu kadar heyecan veren bir gelişmeye denk gelmemiştim diyeyim.

Huzur veren kanal neyşınılcogrofik takılırken takılırken bir baktım adamlar "işte biz fare beynindeki nöronları ayıkladık, soracıma onu kaba koyduk, nöronlar tekrar bağlantı kurdu arasında ondan sonra biz de bilgisayardan data aktardık elektrodla bunnara, tepki vermeyen nöronları elemine ettik kalanlara da uçak similasyonu kullandırdık. Eğittik kerataları" filan gibi bişiler anlatınca oha dedim. Çüş oldum. Şok poroğramı vardı bi vakit kafaya alıodu milleti. Bu mudur dedim.

Bilimsel şüphe de sardı içimi ahan da araştırdım. Zate neyşınıl bu star magazin deyil ama bazı bazı saçmalamıo da deiller. Ahan da konuyla alakalı Kanıt 1(başka kanıt mı aricem be neyse işte poroğramın adı da "i did'nt know that" sanırım. Zate nerden bileyim heriflerin manyağa sarıp fare nöronlarına similasyon oynatçağını.

Tabi wow oynatsan bile bu nöron çorbasına mühim değil. Mesele kavanozdaki adamın tastaki fare versiyonudur. Yane beyninizin mutfak robotu içinde kafasına göre yaşayabilme ihtimalidir(morti'nin en büyük dileğinin gerçekleşmesi belki de:p). Gittiği yere kadar belki de nöron takviyeleri ile patlayana kadar varlığını bilinç düzeyinde sürdürme hadisesidir. Ey romalılar bu budur.

Bu itler zate kim bilir ne işler çeviriolar, kaç mutant, klon, android ürettiler bilemioz. Doktor Moreau'nun adası yok şimdilik elimizde belki de. Kavanoz işi tamam ama.

27 Nisan 2008 Pazar

azizin köpekleri dinle bu cimbomun sesi



Hakkımda yapılmış/yapılacak binlerce ya da hiç saçma yorumun akıl yoksunu olma olasılığı çok yüksek. Neden derseniz her şeye cevabı hazır olan bir lafazanım ben. Bana bir yerden saldıracaksanız "nedir bu senin gs fanatikliğin?" yolunu takip ediniz. Zira halihazırda bir cevabım yok buna.

Galatasaray! O minik sarı kırmızı topları birbirine çarptım evet. O bayrağı salladım, o takımı sevdim, o renklere taptım. Ne skime bilmiyorum ama yaptım bunları evet.

Fenerbahçeden hep nefret ettim. Nefretim çok kıymetlidir halbuki. Yaptım bunu. Fenerlilere hep şöyle bir tepeden baktım. Epey bir tepeden. Küçümsedim onları hep sanki saçmaca.

Bu gün galatasaray bana istediğimi verdi. Hani "şuraya koş, şuna pas ver, buna şarj et" dersin ya. Ne dediysem yaptı. Ve evet feneri yendi 1-0. Çok gereksiz bir zafer belki de ama mutlu etti beni.

Birileri gibiydim. Onlar gibi sevindim. Teşekkürler.

Bekle beni ithaka geliyorum


İnsanlık tekerleğin icadından beri epey yol katetti. Kilometre bazında.

Bazen denizi süzüyorum. Pis pis. Deniz umutsuzluk demek. Zor demek. Uzak demek.

İnce ince kanıma karışıyor soluduğum şeyler bile. Sevmiyorum.

Ne yosun kokusunu, ne balıkların uçuşunu.

Küçük, güzel renkli taşlar bile kandıramıyor beni. Kayganlıkları ve denizden koparıldıktan sonra dönüştükleri hal. Hep hayalkırıklığı.

Anlamsız efsaneler ve etkisiz hikayeler de kandıramıyor. Denizkızlarından ve korsanlardan bana ne.

Soluklanmak için küçük bir ada. Bir kurban gibi bekliyor insan adımını. Hüzünlü ve yalnız adalar. İsola. isolation. Yazık sizlere.

Kımıldamadan durmak. Bir ölü gibi. Ölü gibi buz mavisi gözlerle anlamsızca bakmak. Bir ölüyü anlayabilmek. Bir ölü olmak. Uzunca bir süre. Karanlık sulardan kirletilmiş bir kıyıya vurmak. Ayağındaki serçe parmağının ucunu bile kıpırdatmadan kabullenmek yokluğunu. Hiç olmamış gibi. Olmayacak gibi olmak. Aslında olmamak bir çeşit. Ama yine de olmak ve bundan sıkkınlık, bıkkınlık duymak. Bir gemiden atılmak bu yüzden.

Belki bir çan çalar diye beklemek. Olmadı biri bir yere yağ döker, içine bir ip koyar ve yakar. Sonra o ipi alıp senin boynuna takar. Ve o ateşi alıp ayak serçe parmağından seni yakar. Ve sen başkası yüzünden tutuşursun. Sen boğulur ve yanarken o sana bakar. Neden diye neden sormaz? Ve sen onun adına da sorarsın. Ve sen onun adına bir cevap bulamazsın. Çünkü sen sensindir.

Gemide ana rahminde gibisindir. Sallantılı ve beklentili bir yolculukta gibi. Sonunda her şey ışığa çıkacak ya. Ya çıkmazsa demezsin. Dersen bilirsin ki mağrandan başka gidecek yerin kalmaz. Mağranda huzurlusun, güvendesin. Ama gitmek eline tutuşturulmuş bir görev. Oku dediler okudun mu?

Her şeyin adı kondu, her şey titizlikle ölçüldü. Her şeyi "sana geri vereceğiz" deyip senden aldılar. Çünkü sana daha güzelleştirip vereceklerdi. Kandın. Çünkü sen herkesi kandırdın. Sen sahip olabileceğin tek herkestin.

İçinden kesip çıkarmaya kıyamadığın her bir organın senin tükettikçe belki de ağladın. Ağladın, kaybedeceğin bir yarıştaydın. Kimsenin kazanamayacağı bir yarışta yarıştırıldın. Oyuna gelen küçük, sümsük, hayalperest, zavallı bir varlıktın. Bunu sana pek çoğu anlatmak istedi. Dinlemedin. Çünkü küçük, sümsük, hayalperest, zavallı bir varlıktın.

Rengi değişirse değişir mi elmanın tadı. Rengi değiştiği için mi tadı değişir, tadı değişti için mi rengi değişir? Tadı değişti elmanın. Artık kahverengi ve solucanlı. Artık çürümüş ve kahverengi. Hep bekledin. Hep vakit kaybettin.

Şimdi bir sürü tantana daha çıkacak. Belki alabora olacak gemin. Yine. O tantanalar, o alaboralar, o gereksiz fırtınalar ve kahkahalar. İşte hepsi bu sahip olabileceklerin. Yola çıkmaya hazır mısın?

22 Nisan 2008 Salı

Bütün tırtıllar kelebek olmaz

Aforizma ile kıssadan hisselerimi ifade eder dururum. Nasıl gereksiz ve sıkıcı farkındayım. Ama burnunu karıştırmak gibi. Tiksinç, eğlenceli, vazgeçilmez... http://martiboku.blogspot.com/2008/04/ballardn-inandklar.html linkinden sevgili dostum HİÇ'in Ballard'dan yaptığı kendi çevirisi olan alıntıyı okuyabilirsiniz. Okuyun ki yalnız olmadığınızı anlama ihtimaliniz artsın.

Bir ondan bir benden;

"gezegenin tımarhanelerine kapatılmış görünmeyen sanatçılara inanıyorum"

"delileri bulmak için bazen olduğumdan daha deli davranıyorum"

"mantığın cinayet kastına inanıyorum"

"gerçeğin balkabağı kafalı korkuluk olduğunu biliyorum"

"evrenin varolmadığına ve atomun bıkkınlığına inanıyorum"

"iklimleri üfleyerek değiştirsek de hep üşüyeceğiz görüyorum"

"havaalanı asfaltına park edilmiş 747’lerin motor kapaklarındaki yağ izlerinin şıklığına inanıyorum"

"doğaçlama bir notaya binlerce anlam yüklemeyi seviyorum"

"Heyecanların ölümüne, tahayyülün zaferine inanıyorum"

"umarsızlıkların bir dakikada kalp krizine dönüşebildiğini farkedebiliyorum"

"Acıya inanıyorum"

"kangren olmadan kesmeliyim biliyorum"

"Çaresizliğe inanıyorum"

"intihar kadar saçma bazen yaşamak kabul ediyorum"

"Bütün mazeretlere inanıyorum"

"mazeretlerini mazeretlerime konu yapıyorum"

"Bütün nedenlere inanıyorum"

"bütün sonuçları yok sayıyorum"

"Bütün sanrılara inanıyorum"

"uyanmazsam uyuyamam biliyorum"

"Her türlü öfkeye inanıyorum"

"duvarlara toslamadan duramıyorum"

"ışığın bilgeliğine inanıyorum"

"sadece güneşe kalbimi açıyorum"

teşekkürler Ballard. Artık bilebilirsin de...

7 Nisan 2008 Pazartesi

üç film birden

Ah küçümenliğimiz...Sinemalarda 3 film birden zamanları. Şimdi tabi bazıları ayıpçana filmlerden bahsedecem sanabilir. Bu bahsettiğim bir adet hababam sınıfı vb. (Adile Naşit, Kemal Sunal, Şener Şen, Ayşen Gruda vs...) bir adet Bruce Lee, bir adet yabancı korku/ayıpçanalı film dönemi.

Anneye bin ton gözyaşı döküp, abiye sepet gibi teslim edilip, abinin bıdıbıdılarına rağmen o ve arkadaşlarıyla yeni dünyalara çıkılan yolculuk.

Üçüncü filme şahsımın yaş haddinden girememe, abinin beni (neyseki) sokağa salamaması, arka kapılardan, derelerden üçüncü filmi de izleyebilme. Bçyleliklen bilimum korkunçlu filmin yanısıra kadın memesi, poposu filan da izleme. Ayıpçanalı filmler o kadar da ayıpçana deyildi gerçi. Meme, popo, öpüşme felam...Amazon kadınları diye bişi vardı misal. O öle bi filmdi. Porno muamelesi gördüydü film. Şimdi trt bile yayınlar. Doğrar trt biraz tabe. Allan emri.

Bilimum saat sinemada kalıp sonra ilk filmi filan fırsat olursa tekrar izlerdik. Çaktırmadan kalabildiğimiz sürece...

Evet bu gün de üç film birden günü olsun.

1. La Môme/La Vie En Rose (Kaldırım Serçesi):




Sesine heyran, şarkılarına heyran olduğumuz Edith Piaf'ın yaşam öyküsünün anlatıldığı bir film.

Benim bildiğim kadarıyla yaşam öyküsüne oldukça sadık kalınmış.

Kafamda her zaman canlandırdığım Edith'i ekranda gördüm. Böyle olması da hoşuma gitti.

Oscar'ı bu rolle kapan Marion Cotillard'e de hayren kalmamak elde değil. Ama bunu film bitince hissediyorsunuz. Çünkü film boyunca o Edith.

2. There Will Be Blood:

Bu film bana göre sinemada bir aşama. Bir level alma hadisesi. Kim ne derse desin çok özgün ve etkileyici bir anlatım tarzı. Ne görselliğe ne de oyunculuklara yorum bile getiremiyorum. Tek kelimeyle muhteşem.

Böyle basit gibi gözüken bir hikayeyle pek çok konuya dan dun işaret etmesi, ilgili konuları düşündürtmesi ve iyi ile kötünün ayırdına varmanın aslında karışık gibi gözüküp ne denli net olduğunun vurgulanması hoş detaylar.

Daniel Day Lewis tabii ki kaçırıp evde hapsetmek istediğimiz aktörlerden. Yani benim böyle kötücül planlarım var hakkında.

Oynadığı karakter ise bana sorarsanız bir melek. Ama sanırsam ki ona da şeytan diyecekler.

3. Mongol(Cengiz Han):




2008 en iyi yabancı film oscar'ı adaylarından. Çok akılları kaldı mı bilmem ama oscar bir kenara pek çok övgüyü hakedecek bir film.

Geçtiği dönemi ne kadar yansıtıyor bilmem ama ben mongollarla mongol oldum ve de o otağlarda yaşadım film süresince.

Detaylara gösterilen özen ve yine oyuncular, yine anlatım, görsellik her şey şölen havasında ve inanılmaz gerçekçi. Ha Cengiz Han ve hayatı hariç her şey gerçekçi. Pardon.

Filmin müziği zaten manyak ediyor insanı. Daha önce de dinlemiştim ilgili bölgenin müziğini ve hayran kalmıştım ama soundtrack bir coşmuş, bir kendinden geçmiş anlatamam.

Neyse filmdeki Camoka çok şirin bişi. Gerçi gerçek hayatta öle deilmiş ki sonu da filmdeki gibi değil bildiğimiz kadarıylan ama neyseah. Not olarak onu belirtiyim istedim.

Evet şimdi birinci filme dönersek:p