31 Ekim 2010 Pazar

üç hak

bir tepsinin içinde sunulmuyor elbet. ilkini kafana attılar. ikincisinde onunla ne yapacağını bilemedin. üçüncü içinse yeterince zamanın kalmamıştı. kimsenin yeterince zamanı olamazdı.

zamanla zar atmayı öğrendin. olmadı mı zara kızdın en azından. kendine kızmak için bir sebep de yok zaten.

zihnin bulandı. önce sayılar anlamsızlaştı, sonra isimler, en son günler. artık ayın kaçında kiminle hangi gün buluşabilirsin?

her seferinde bu sefer çok hazırım dedin. litrelerce kahve tükettin. tonlarca nikotin. daha donanımlı olamazdın. şaşırmadığın sürprizlerle dolu geldiler. saat 3 ve yarım. herkes gibi olma hakkın var artık.

yere bir şey mi döküldü? üzerine sen de bir şeyler dök. alev mi aldı bir kağıt parçası? üzerine ansiklopedi at. emin ol zaman hızlanacak.

şimdi sana söyleyeceklerimi dikkatli dinle. bir daha burada olmayacağım. ya sonsuza dek sus ya da yaşa!

27 Ekim 2010 Çarşamba

bugün günü

gri parlak kaplamalı meşe sehpanın keskin köşesinden bir şeyler damlıyor gibiydi. merdivenlerden inip inmemekte kararsız kaldı. bir kaç adım sonrası her şey daha kolay göründü. özellikle böğürtlenleri ve çilek reçelini düşündüğü kısımlar keyifliydi. neye hevesi olduğunu unutup damlalara odaklandı. "bir damla, bir damla daha sonrasında kocaman bir gol". işte güldüren ama bir şey ifade etmesi güç bir hatıra daha.

damlayan kan değildi. su değildi. limonata değildi. en kötüsü çilek reçeli de değildi. parmağını keskin uca sertçe vurdu. evet damlayan kandı. yanılmıştı.

tavandaki parlak taşlarla süslü ahtapot şeklindeki avizeye baktı. yeşil ve büyükçe bir taşı gözüne kestirdi. "hey burda bir şeyler damlıyor. mutfaktan bez getir"

güneş batmak üzereydi. sessizlik sessizliği çağırdı. güçlü bir rüzgar esiyordu. kimsenin saçları kıpırdamadı yerinden. ama herkes üşüyordu. usulca en yakındaki üşüyen adama sokuldu. adam yaşlıydı. tükenmiş gibiydi. hala üşüyebiliyordu. ondan bir şeyler ödünç isteyecekti. hatıra olsun, belki de hatırlatma. adam kapalı avucunu ona doğru uzattı. ne istediğini bilmediği için korktuk. artık mutfağa gitme zamanı gelmişti.

mutfak gürültülü. çaydanlıkta saklanan fareleri görmezden gelmek gerekiyor. üstelik unlar ekmek olacak, peynirler dilimlenecek, fayanslarsa hiç güzel değil. onları da gümüş rengi ve parlak şeylerle kaplamalı. her şey gri olmalı. parlak olmalı.

çok yoruldu. özellikle ayakları uyumalıydı ama sol elinin bir şeyler yapması gerekiyordu. onun canı sıkkındı. duvarda asılı duran büyük et bıçağını aldı. elini kesip özgürleştirdi. artık uyuyabilirdi. hemen oraya uzandı.

böğürtlenler ve çilek reçelleri gerçekten çok güzeldi.

devamı yarın

küçülük daha önceden küçülmüş demektir.

çekmiştir yahut çekelenmiştir. bir aşınma vardır. bazen de ödemle genleşir. süner sonra.

küçülük bir andır ya da anı. örselenmiştir ya da kütleştirilmiş. biraz acıdır hikayesi. özellikle dinleyen olmayınca.

küçülük gezintiye çıkar bazen. bir tanıdık arar uğrayacak. her yer otobüsle tek duraktır. küçülüğü yol tutar. iner 50 metre sonra.

küçülük koşmak ister. atlamak değil. uçmak değil. adım adım hissedecek. her bir gram ağırlığı yeri yerinden oynatacak. küçülük bir adidas ayakkabı ile a ve b noktası arasında gidebileceği yer kadar gider. durmak dağ ise koşmak kraterdir.

birden durdu. eşit olmayan iki parça çarpıştı. küçülmeden önce ve sonra karşılaşmıştı. tek bir göz kaç değişik rengi kaldırabilirdi. yan doğuya kaçan bir yugoslav jimnastikçi kadar esnedi evren. sonra gerildi gerildi. yağmur ondan yağmıştı.

küçülük işler yolunda giderken azla yetinendi. işler zorlaştıkça dünyayı fethederdi. dünya artık bir kilo domates. atsan atılmaz ama yemesen de olur.

kötücül planlarla yaklaşma küçülüğe. huyludur. alerjik astmdır da biraz. küçülük sorunlarını kendi gözünde değil başkalarının götünde büyütür. ona karışma. canını sıkma.

kaç tane küçülük gördün ömrü hayatında? kaçıydın onların? kaçtın mı? dur kaçma...