28 Haziran 2008 Cumartesi

hayal kurma ve hayallerini paylaşma suçu

Aslında düşünce suçu ve hatta düşünceyi ifade suçundan daha da komik bir suç var. hayal kurma ve hayallerini paylaşma. Hatta bu bazen düşünce suçu kapsamında ele alınıyor.

İnsanlar hep var olma biçimleriyle suçlandı. Bu biçimler hep törpülendi, şekillendirildi haddini bilmeyen umursamazlar tarafından. Benim de böyle yapmaya çalıştığımı zannediyor kimileri. Ben "işte bu benim" diyen bir katile bile itiraz etmem kardeşim. Yeter ki ne olduğuna sen karar ver ve neysen kendini ortaya koy (Ama sübyancılar ve hayvanlara eziyet eden bir de şu kadınlara tecavüz edip parçalara ayıran manyaklara karşı alerjim var. Bu da bu konuda her ne yaparsak yapalım bu adamların bunun dışında bir şey olamayacağını bilmenin verdiği rahatsızlık. Bu tip şeylerin dışında dünyada her ne suç işleniyorsa bilin ki biz de o suça ortağız. Eğer şu an bir çocuğun kolu bacağı kopmuşsa bir savaşta sen de işte hiç bir şey yapmamanın, "hayır" yahut "dur" dememenin suçuyla vebaliyle yüklüsündür)

Kendi olabilmek kendini ifadeden geçer. Susturulmaya boyun eğen adamdan bir "kişi" var etmek mümkün değil. Ama bunun şöyle de bir sakıncası var. Kendi olmaya göz koymamış kişilerin birer kuklaya dönüştürülmesi. Bu sakınca nerden kaynaklanıyor? Bu sakınca hani birilerinin köle olmak için özgürlük istediği o yerde buna karşıt fikirler sunacak insanların aynı fırsatı yakalayamamasından kaynaklanıyor.

Eğer bir kısım kişiye, toplumsal kötü alışkanlıklardan kaynaklanan huylarını kutsallaştırma yetkisi verirsen ve diğer taraftan buna itiraz eden kişileri sussturursan işte o zaman senin karşına insan sureti bürünmüş kukla ordularıyla çıkarlar.

Bu gün cahillik, aptallık ve saflığın sömürüsü yasalarla koruma altına alınmıştır. Oysa hukukun ideali bunu yapanı caydırmaya yönelik düzenlemeler olmalı sanki.

Bu ülkede hayaller yasak kardeşim. Öldükten sonra hayatının bir şekilde devam ettiğine inanabilirsin ve hatta iilaki inanacaksın ama o hayatın şekli şemali sana kalmamış. Sudan nefret etsen de dere orada olacak bi kere!

Porno yıldızı olmayı hayal edemezsin misal. Kara çarşafsız sokağa çıkamazken, sevgili edinmek yasakken ve hatta imam onaysız seks ölüm sebebiyken sen nere porno nere.

Bir gün çıplak bir gün burka ile gezmeyi isteyebilirsin. Bir gün sıcak bir gün soğuktur belki veya sırf canın öyle istemiştir. Ama olabilir mi böyle bir şey? O kuku, o memeler, o göt, o saç kaç gram haberin var mı? Sen o kadar gramsın işte onlar için ve sen onlara boyun eğdiğin sürece benim gözümde o kadar gram da değilsin.

Ve bunları ben ulusal yayın yapan bir kanalda söyleyemem. Ve bunları ben çarşıda pazarda megafonla halka bildiremem. Bu hem suçtur, hem günahtır onlar için. Oysa bu sadece aptallıktır aslında. O kulaklara binlerce yıldır kimler neler söyledi. Onların ağzı bile o kulaklara göre değildi. Ama yine de tek bir idealist politikacı, tek bir meczup idealist politikacı, tek bir idealist, zeki ve kendinden başkalarını da düşünen meczup politikacı bile çıkıp kıvırtmadan, dini istismar kartına başvurmadan açıkça, net bir şekilde "kardeeeşim manyak mısınız siz bu pisliklere kanıyorsunuz, işinize baksanıza, hayatınıza sahip çıksanıza ulan" diyemez mi be.

Hayal kurmak bedava. Hayal kurmak güzel. Hayallerine sahip çıkmak daha da güzel.

Benim bile hayallerim var.

25 Haziran 2008 Çarşamba

hodjaefendy ile iştişareler

ebudollah güllaç efendy: hodjam bu gün yine çok aydın gördüm sizi. Maşallah ışık topu gibisiniz.
hodjaefendy: allah razı olsun ebuşum. maç ne olur dersin?

ebuş: valla hodjam okunmuş pirinçleri yutturduk çocuklara. Sipirutiel evren bütünlüğü ve sizin de metafiziksel etkiniz ile düşünsel izdüşümlerimiz ve dualardan da aldığımız gücü hesaba katarsak...
hodjaefendy: ebuşum bizbizeyiz kasma istersen.

ebuş: kusuruma bakma hodjam. Zate bizim karı da kaptırdı epey kendini verdi kitaba, sanata, çok afedersiniz ota boka. almış bi de entel gözlüğü evde bi havalar bi bilmemne.
hodjaefendy: bırak bırak. şimdilik böyle iyi. ilerde kafan atar alırsın 3 tane daha.

ebuş: yabancı kontenjanı var mı hodjam yoksa onlar da 4'e dahil mi?
hodjaefendy: yabancı dedin bak aklıma dün yazdığım şiir geldi. okiyim mi?

ebuş: aman ne büyük şeref, ne büyük saadet, yani na böyle kafası hariç 17 santim bi mutluluk. çıkarmadan sürüp giden hazz-ı sefa silsilesi.
hodjaefendy:

"bülbül yalnız
bülbül yaban elde
bülbül yabancı
bülbül ötemez tek bir güle
bir ötse saadet asrı gelir
bülbül deli
bülbül"

ebudollah bak nasıl duygulandım şimdi. böüğh böğüüüü ühühühühühü.....

ebudollah: hodjam yapmayın ben de ağlıyacam. hodjam sümüğüm akacak mendil yok yanımda.
hodjaefendy: git bu mezalime son ver ebu. bitsin bülbülün çilesi ühühü...

ebudollah: viagra iyi diyolar hodjam. 15 dakkada postalı çekmiş darbeci gibi dikeliyormuş.
hodjaefendy: kalbim var ebu. yorma beni. sen bi git. böğüühühüü...

23 Haziran 2008 Pazartesi

inancı gereği aptal olmak

Bazı insanlar "Çok acaipsin" filan diyor ama bilseler bu maymunlar cehenneminde günler nasıl da geçmiyor.

Bu aralar yapılan her türlü saçmalığın kılıfı hazır. "İnancım gereği". Ulan ne çeşit bir inanç senin gerizekalı olmanı emreder ve sen de aptal olmasan nasıl kabul eder, benimsersin bu buyruğu.

Aptallık gerçekten eğitimle çözümlenebilen bir sorun değil. Aptallık kıt beyin ve ruhsal bozukluklarla besleniyor. Ve evet bir çoban bir profesörden daha zeki olabiliyor.

Bilgi ve birikim ancak onu algılayan, hazmeden, harmanlayan bir zeka ve bu malzemeyi nasıl kullanacağını bilen akılla işe yarar. Ve zeki bir insan canı isterse bunları eliyle itebilir.Ve buna rağmen beş üniversite bitiren, on master yapan üstüne doktora ot bok ne varsa halleden adamdan daha mantıklı düşünebilir. Netekim o kadar eğitimden sonra beyni folloş olur o adamın.

Eğitim aptalları zeki yapmıyor. Sıkıntı burada. Kırmızı ışıkta geçmemeleri gerektiğini bile öğretemiyorsun aslında insanlara. Ancak Pavlov'un köpeği gibi şartlandıracaksın. İşte bu yüzden din simsarları şartlıyor ya bu aptalları, köpek ediyorlar.

Aptallığın, kıt zekanın kaynağı tabii ki genetik, genin de coğrafi etkenlerle şekillendiği gerçek. Kardeşim yeterin artık, bırakın günde 20 somun ekmek yemeği. Biliyorum para yok ama git sebze ye, meyve ye. Meyve pahallı deme meyve lem bu, ağacını dik, çok satın al ki arzı artsın fiyatı düşsün. Elma da pahallı mı be kardeşim.

Birileri sana aptal dedi bi vakit. Yüzde verdi. Hiç düşündün mü "O yüzdede ben de olabilir miyim?" diye. Kabul et ki sen aptalsın ve bunun farkına varmadığın sürece bu çakallar seni dolandıracak ve sen onların önüne domalırken heriflerin götü kalkacak, senin gibi mal olmayan bizlerin de götünü isteyecekler.

Korkarım ki bu insanlar bu heriflerin önüne domala domala zevk almaya başladılar. Ellerine şişe versen götlerine sokacaklar o kıvamdalar. Zaten göt deliğine sinir ağı örenin de muhteşem planları olan ulvi bir yaratıcı olduğu bir gerçek.

Geçenlerde bir hanımkızımız çıktı dedi "Ben Humeyni'yi seviyorum, Atatürk'ü sevmiyorum". Hani dediler cehalet, dediler olmaz nasıl sevmez. Hatta hakkında suç duyurusu yapıldı ve "Atatürk'ü sevmiyorum" dedi diye dediler. İddiayı bilemiyorum ama Atatürk'ü sevmediğinden değil padişahın verdiği yetkiyi kötüye kullanıp kafasına göre laik bir ülke kurduğunu söylediğinden olsa gerek. Netekim Atatürk'e bir çırpıda vatan haini demeye getirdi gibi. Lakin tabi kimi sever, kimden hoşlanır, ne yer ne içer bize ne. Ben dolma fikirlerle konuşan (-ki demek istediğim özgün olsun fikirleri filan değil, bildiğin dolma ve fikirleri niye dolma bilemiyoruz. Yani şartlanma olur, maddi kazanım olur her şey olur) insanlarla konuşacak bir şey bulamıyorum. Yani herkes konuşan bir kitaptan hazetmiyebiliyor. Ne söylesem daha önce duyduğum binlerce saçmalığı yineleyeceği kesin. Önyargılı davranmayalım diyorsun ama sınırlarını kalın kalemlerle çizip kendini çerçeveye hapseden birine önyargılı yaklaşmasan, her şeyden önce o sana kızmalı. O zaten çizilmiş karikatür gibi karşında ve hiç komik değil aslında.

Güzel ülkemde bir de darbe karşıtı bir kamuoyu oluşturulmaya çalışılıyor. Yani demek bekliyorlar bir balyozun yolda olduğunu. Yani yedim bi bok ama bedelini ödemek istemiyorum modu yakalanmış gidiyor. Şimdi tabi solcu cenah da (artık kaç kişiler ve solu ne derece hazmetmişler. Yoksa onlar da dolma kafa mı bilemiyoruz) bu tayfaya destek olmuş ve geçmişte de olduğu gibi yumuşak karınları yüzünden piyon olmuş gidiyor (gelin ettiler sizi be gözüm hiç mi kafan basmıo veya işine gelmio sen de mi pastadan pay alıon)

Darbe olmasın. Tamam. Askerden, polisten, öle veya böle silahlıdan, eli copludan, biber gazı sıkacağından hazetmek elde değil. Yani halkı askerden ve askerlikten soğutmanın suç olmasını da ben sevmiyorum. Üzgünüm. Ve fakat bu adamlarla el ele, kol kola gezinmenin bahanesi bu mudur? Zate geçen gördüm Büyükanıt keyifle pasta filan kesiyor Tayyip ile. Yani yeni komutan gelene kadar rahat!

Ama kusura bakmayın hayat böyle kusursuz olsa hepiniz anarşist olurdunuz zate. Onunüçün devlet bir sistemdir. Devletin iskeletini rejimin açıklarıyla başka bir eksene kaydırmaya kalkarsan onun içindeki dinamiklerden tepki alırsın. Ve çok övündüğün pirince endeksli oy tabanının da yüzdesini daha da yükseltmeden, o taban kemikleşmeden ötersen senin kalemini kırar birileri. Sizler darbe karşıtı yürüyüş yapacağınıza omurgamızı doğrultmamıza izin vermeyen omurgasızlardan hesap soruverin bi zahmet. Devlet böyle olmasın şöle böle olsun diyorsanız da buyurun iki gıdım emek verin, fikir fikirleyin ve hatta devletsiz yaşamak mümkün bunu da şöyle bir gözden geçirin.

Velhasıl inancı gereği aptalca davranışlarda bulunanlar zaten aptaldırlar. Bu aptallardan komünist veya liberal yahut budist, sırılsıklam aşık hatta mormon filan yapabilirsiniz. Bu tamamen bu kadar aptalın yaşadığı bir dünyada üç kuruşluk kurnazlığa ve az biraz hayalgücüne sahip olmanızla alakalı başarı görünümlü fiyaskodur. İkna kabiliyetine dahi sahip olmanız gerekmez. Milyonlarca "hadi beni kandır" diye ünleyen ebleh seni bekliyor.

E peki ben aptal değil miyim? E var tabi biraz. Şartlandırılmışlıkla karışık kafa karışıklığı ve algı bozukluğu yok değil. Misal şirket kimlik kartımı iş yerindeki asansörün düğmesine bastırıp 13. kattaki ofisime ışınlanacağımı filan sanıyorum. Yani herkes kadar hayallerde yaşıyorum bazen. Ama en azından teknolojik gelişmelerle bu yaptığım saçmalık bir öngörü olarak ele alınabilir. Ve aptallıklarımın süresi genellikle 3 ila 5 saniye. Yani her şeye rağmen hala ben parlak gözüm sizlerse maymun.

19 Haziran 2008 Perşembe

3:10 to Yuma


İşin açıkçası ben Russell Crowe'u bir Western filminde göreceğimi dahası kendisiyle aşka düşeceğimi hiç tahmin etmezdim ama kısfmet bu işler.
3:10 to Yuma bir Western filminden edinebileceğiniz maksimum hazzı verebilecek kapasitede bir film.
Yani "Bir Western film izledim hayatım değişti" cümlesinin kurulma ihtimali ne kadar düşükse bu filmin beğenilme ihtimali de o kadar yüksektir gibi.
Filmin en önemli özelliği konusundan çok oyunculuklar. Tabii aynı zamanda yaratılan o kasvetli ama etkileyici ve hatta ne kadar boş ve saçma olsa da ele silah alıp barda kavga çıkarmaya özendiren yapısı. Klasik iyi westernleri izlerken hissedilen klasik duygular bunlar tabi. Ve fakat bu sefer gerek diyaloglarla, gerek insanların verdiği tepkilerle, dönemin sosyal yapısı, insanların sıkıntıları daha net ve etkileyici bir şekilde anlatılmış gibi. Çok iyi hazırlanmış soundtrack de bonus.
Russell Crowe gerçekten etkileyici. Yani etkileyici olsun diye ellerinden geleni yapmışlar bilhassa aksesuar ve giyim konusunda. Ama onu etkileyici kılan asıl şey her şeye bıyık altından gülen, soğukkanlı, alaycı, umarsız, dengesiz gibi gözüken ama kendi içinde tutarlı olan tavırlara sahip Ben Wade'i çok güzel canlandırmış olması.
Diğer bütün oyuncular gibi Christian Bale de son derece başarılı ama rolünün de gereği çok ön plana çıkamamış.
Asıl bombastik karakter ise Charlie Prince. Bilemiyorum insan sabırsızlıkla Ben Foster'ın canlandırdığı efemine cani (ya da kafadan gay hatta) Charlie'nin gözükeceği sahneleri beklemiyor değil.
Filmin genelindeki klişeler ve hatta klasik gelebilecek/beklenen bir finalle sonlanması izlenmesinden alınan hazda bir azalmaya sebep olmuyor.
Ama finalle ilgili şöyle bir şey söyleyeceğim (izlemeyi düşünüyorsanız burayı kesinlikle okumayın) yani bir aşk üçgeninde yer alan 3 erkeğin ikisi ölüyor diye yorumlarsak finali, gay kovboylarla organik bir bağ kurabiliriz bile:p

18 Haziran 2008 Çarşamba

Kendi kendine röportaj


maria: Neden otoröportaj? Bu biraz egomanyaklıkla delilik arası olmuyor mu?
maria: Aslında tam da ortası diyebiliriz. Gönül isterdi ki 500.000 satmış "Ayağında converse" isimli bi albümüm olaydı da beşinci sınıf bi magazin habercisine en son kiminle sevişmediğim konusunda beyanatlar vereydim. Olmadı. Kader.

maria: Kendinizi üç kelimeyle tanımlamanızı isteseydim ne derdiniz?
maria: Nasıl istersiniz böyle bir şeyi? Pardon. İçki, sigara, türk kahvesi.

maria: İnsanlar için pek sağlıklı değilsiniz yani?
maria: Türk kahvesinin sağlıklı olduğu konusunda son derece bilimsel bulgular var.

maria: Peki mesleki anlamda kayda değer bir başarınızın olmadığını göz önünde bulundurursak bu anlamda bir hiç olmasaydınız ne olmak isterdiniz?
maria: Ağır olmadı mı bu biraz? Marangoz olmak isterdim.

maria: İma mı bu? Bana odun mu diyorsunuz? Yontmak mı istiyorsunuz beni?
maria: Her ikimizin de ilk röportajı isterseniz sakinleyelim biraz. Hayır marangozluk çocukluk hayalim. Ağaçtan bisiklet yapma denemelerim filan var. O olsaydı olurdum belki.

maria: Peki. Beğendiğiniz erkek tipi ne mesela. Örnek verebilir misiniz?
maria: Gay'leri beğeniyorum ama kendileri zannımca onlara erkek dememden de, onları beğenmemden de hazetmeyeceklerdir.

maria: Aşkta hayalkırıklığı seziyorum. Gizli bir "vazgeçtim dünyadan" havası var gibi.
maria: Yok yani neşeli, yaratıcı ve iyi yemek yapan erkekler hoşuma gidiyor. Aşkta cinsellik arayamıyorum. İstediğim kriterleri tombili aşçılar ve gay'ler karşılıyor.

maria: Agresif olduğunuz yönünde duyumlar aldık. Bu arayamamadan kaynaklanmasın.
maria: Şimdi ebenize selam söylerken ehm yani tabi o da etken olabilir ama agresiflikten çok duygu durum bozukluğu mu desek yani neye kızacağı neye güleceği belli olmayan bir insanım. Aslında mizacım son derece uysal va hatta otistiğim diyebilirim.

maria: Profesyonel yardım aldınız mı peki?
maria: Ne gibi?

maria: Akıl sağlığınız hususunda yaşadığınız sıkıntılar için.
maria: Şimdi öncelikle ebenize ve ananıza çok güzel laflar hazırladım. Ama bu laflar kendi ebem ve anama da gideceği için susuyorum. Bilgilendiriyim dedim. Şöyle açıklık getireyim mevzuya, bu dünyada yaşayıp da delirmeyen adam zaten olmuş da gelmiş adamdır. Ayrıyeten bu şartlar altında ve toplumun geneline şöyle bir bakaraktan kendimi ortalamanın çok altında bir deli olarak kategorize ediyorum. Profesyonel yardım yapacak kadar diyeyim.

maria: Peki hobileriniz neler? Yani biliyoruz epey boş vaktiniz var. Konserler, turlar, tv programları filan yok...
maria: Gülben Ergen'le röportaj yapmak istiyordunuz da beni verdiler gibi bi havanız var.

maria: Gülben Hanım sizden daha eğlenceli olabilirdi.
maria: Kısmet bu işler. Şimdi çok hobim olabiliyor ama hobi edinmek asli hobim olduğu için o hobiler yalan oluyor genelde diyebilirim.

maria: Hiçbir şey demediğinizin farkında mısınız?
maria: Kahve ya da ekmek bıçağı filan gibi bir şey alır mıydınız?

maria: Neye sinirleneceğim belli olmaz diyorsunuz her şeye sinirleniyorsunuz.
maria: İleri geri sallanıp tabak çevireyim isterseniz ama röportaj daha da sıkıcı olabilir.

maria: Tuttuğunuz takım, sevdiğiniz renk ve sayı?
maria: Form verin doldurayım ben isterseniz. Tabii ki galatasaray. Tabii ki kırmızı. Son soru neydi? Takım, renk hah sayı. Üç ve üçün tüm katları. Ayrıca muhtemelen soracaksınız burcum oğlak. Ayriyeten doğuştan vejetaryen sonradan etobur...

maria: Fazla sayı olmadı mı?
maria: Gönlüm geniş.

maria: Peki çok teşekkür ederiz.
maria: Ne biçim sorulardı bunlar be. Şimdi ben hayat felsefemi anlatayım isterseniz...

maria: Teşekkürleeer...
maria: Ayrıca dünya ve insanlık için geliştirdiğim son derece önemli projeler var.

maria: Kayıt cihazımı alabilir miyim?
maria: Hayallerim var, anlatayım mı?

maria: Bi dahakine inşalla baş baaaş...
maria: :(

7 Haziran 2008 Cumartesi

Velev ki siyasi bir karar

Bu ülkede ne vakit neyin meşruiyeti sorgulandı. Sorgulandı da ne oldu?

Sen kalkmış "ben bu anayasa mahkemesinin kararını yok sayıyorum" diyorsun. "Bu mahkemeyi yok sayıyorum" diyorsun. E dersin netekim ben de içemezsin dediğin yerlerde sigara içiyorum. Ama yakalanıp ceza kesildiği vakit ben öderim ya da çamura yatarım parası neyse. Bakalım sen ne yapacan. Bak yasadışı sigara içmeye teşvik ediyorum insanları görüyor musun. Senin üretilmesine izin verdiğin, üzerinden vergi aldığın ve iddia ettiğin üzre bizleri öldüren o sigaralar bunlar.

Televizyonda izliyorum kıçlarını yırtıyor bir takım kızlarımız inancımı yaşıyorum, kıçımı başımı örtmem lazım diye diye. "Cennete gitme savaşıma engel olamazsınız" diye haykırıyor. O akan dereler daha bilmem neler neler onu bekliyor. Açılın layynnn..

Bir din düşünün ki en önemli maddesi kadına ayrım yapmak olsun, onu paketlemek. Misal faiz günah filan da diyor ama teferruat onlar. Kemal ağbiyi, Recep dayıyı bağlamıyor. İlla ki bayrak gibi taşınacak o renga renga masa örtüleri, kara kara çarşaflar. Çük ve am bekçiliği olacak asli görev.ah pardon ya biliyorum, anlıyorum silzeri. O kadar da salak değilsiniz elbet.

Bir ülke ancak bir bilimkurgu filminde bu kadar programlı bir biçimde delirtilebilinirdi. Ne bileyim belki de fakirlikten şebeke suyu içen halkın suyuna kattılar bir şeyler. Bok katıyoruz diyorlar ama başka türlü ilaçlar da katıyorlardır.

Ne çeşit bir manyama hali bu bilemiyorum. Ne kadar boşsunuz. Ne kadar avutulmaya, kandırılmaya muhtaçsınız. Ne kadar zavallısınız.

Kendi olmaya korkan insanlar görüyorum. Kendileri birer canavar olarak tanıtılmış onlara. Cennetten kovulan, her an her şeyi mahfetmeye meyilli, karaktersiz, sürekli borçlu olduğu birilerini hayalkırıklığına uğratan, eksik ve zavallı. İşin garip yanı böyle tanıtıldığın kişi olmamak için kaçarken tam da o kişiye dönüştüğünün farkında mısın?

Bu ülkenin sıkı bir terapiye ihtiyacı var. Bütün dünya için geçerli bu. Ama bu ülkedeki alarmlar daha bir kuvvetli çalıyor.

Cinnetin eşiğindeki insanlarla aynı sokaklarda yürüyorum. Ve görüyorum ki aslında hiçbir şey olmuyor gibi sessiz ve içe dönükler. Tam da fırtına öncesi sessizlik. Şok, yok sayma aşamasını geçtiler. Şimdi sıra cinnette.

5 Haziran 2008 Perşembe

Dur hemşerim nereye

Bu ülkede birilerinin birilerine eninde sonunda demek zorunda kaldığı soru/ikaz ve dahi tehdit cümlesidir?

Soru çünkü ne yapmaya çalıştığını açıklaması beklenir.Uyarı, çünkü yapmaya çalıştığı şeyi yapma biçimi kendisi ve başkaları için tehlike arz eder ve tabii ki tehdit vardır çünkü bütün bu sorgulama "kafana göre takılmazsın, takılırsan bir şekilde (burası muallak) fena yaparım" mesajıyla nihayetlenir.

Bu ülkede bu anlattığımız cümlenin tarafları hep mevcuttu. Çünkü bu ülke maalesef ergenlik döneminden çıkamamış ve dolayısıyla birey olmayı başaramamış, hep otoritenin baskı ve idaresine tabii yaşamış çoğunluktan ibaret.

Bu sadece bizde değil, ekonomik dolayısıyla siyasal özgürlüğünü elde edememiş, etse dahi bunu halkıyla paylaşmamış ve sermaye odaklı otoritelere boyun eğmiş her devlette yaşanan gerçeklik.

Misal az nüfuslu ve bol paralı memlekette bu olmaz. Bu tip memleketler parayı savaşlara girmeden bi şekilde götürmeye başarmış ve güya çikolata, saat işiyle nam salmış ülkelerdir.

Bizim gibi ülkelerde (az gelişmiş veya çok gelişmiş diye de anılsa pek çok ülkede) Godot'yu bekler gibi çobanını bekler halk.

Ve bu çobanlar bu ülkelerin coğrafyasına yani havasına suyuna göre şekillenmiş bu toplulukları bir öyle, bir böyle yoğurur durur.

Bunlar hep bilinen şeyler. Tabii Türkiye'nin durumu çok daha karmaşık. Türkiye'nin kumaşının dokusu çok daha gevşek ve karma.

Şimdi bu kumaşı bi 70 derecede yıkıyorlar, bir yeşile, bir kırmızıya boyuyorlar. Bu güne geldiğimizde bir bakıyoruz çuval olsak daha mı iyiydik diye sorgulamaya başlıyoruz. Bunu sorgulayan azınlık. Koyun sorgulamaz. Koyun kaval dinler, kıçına vurulan değnekle çizilen yolu takip eder.

Bu kıçlar ne değnekler gördü, ne falakalara yatırıldı, ah bunları diyorum da sanacaksınız çok asi bir topluluğuz. Yok öyle de değiliz. Ortaya konan cesaretin haddiyle kıyası kabul görmeyecek oranda şiddet ve trajedi ile harmanlanmış nice piyes yaşatıldı. Bizse önümüze konan içinde ne olduğu zaten belli kutuları hep açtık ve bazen kazanır gibi gözüksek de aslında hep kaybettik. Çünkü "aç" dediler ve bizim içimize bir şey doğmuş olabilirdi. Bir şey bilmeyi değil hissetmeyi yani aslında paranoyayı, obsesyonu, şartlanmayı öğretildik.

Bu gün birileri çok büyük bir adanmışlığa hayranlık duyuyor ve onları takip ediyor gibi gözükebilir. Ama bu hayranlığın altı dolu değildir. Bu halkın bu kaygan zeminde düşmemekten başkacana bir kaygısı yoktur. Eğer ki onların hezeyanlarını sizlerin silahı olarak görüyorsanız şunu söyleyeyim. Şişman kadın operayı söylerken elinizde bir avuç deliden başkacana bir şey kalmayacak. Ve onlar da zaten başka dünyada yaşadıklarından sizlere fayda sağlayamayacak.

Global çark dönerken lokal dinamikleri ezer geçer. Ve tarih yazmak için akıl gerekir, vizyon gerekir, deha gerekir. Aynaya bak. Sonra dön içinde bulunduğun düzene bak. İstersen hala kızıldenizi yarabileceğine ve çaldığın altınlarla birlikte ardında da koca bir halkla yeni bir ufka açılacağına inanmaya devam et. Ama o duyduğun sesler ve gördüğün ışıklar. Kulağına fısıldananlar ve ardından itekleyenler. Belki de egon tanrındı ve seni bu güne getiren. Ve unutma ego egoyu yener. İnsan da insanı siker.

1 Haziran 2008 Pazar

karizmatik olmayanlar için yaşama rehberi
















Karizma samimiyetle edinilegelen bir özellik değil malumunuz. Çok az adam doğuştan böyle bir özellikle teşrif eder dünyaya ve zaten neyse o olduğu için bu özelliği dışardan bakanların gözüyle algılama ihtimali zayıftır.

Karizma adamın sümüğü akmaz misal. Karizma adam mendiliyle burnunu siliyorsa o vakit mendilini kutsal teniyle şereflendiriyor demektir. Bizler de "Ah o mendilin yerinde olaydım olaydım" diye bakakalırız.

Yok be yaw sevmem ben öyle karizmatik adamları. Neden? Bende karizma yok muhtemel ondan:p Ne bileyim sürekli kasan bir havaları var. Kakası gelmiş de zıçamıyorlarmış gibi. Yani Lee, Yull ve Bruce'un hastasıyız o ayrı. Ama onlar öyle olagelmiş. Malzemeleri bu. Benim düşüncem bu yönde en azından. Umudum filan.

Neyse karizma ekmek yedirir adama. Bu karı-kız olur bildiğin aş olur. Belli olmaz. Nasıl ki güzel kadın/erkek ekmek yerse karizmatik insan da bu işten tatminkar bir kazanım elde edebilir. Hem güzel hem karizmatikse zaten biliyorsunuz bokunu çıkarıyorlar. Kazanımları onlara kalsın biz zavallı karizma yetmezliğinden muzdarip insanlar ne yapacak onlara bakalım.

Sakarsan, unutkansan, gelir-gider akıllıysan, rahatına düşkünsen, aptalsan, maymunsan, istemdışı şoparma eğilimin varsa, lakayitsen, anarşistsen karizmatik olamazsın arkadaşım. "Bu özellikler bende var ama yine de karizmayım" diyorsan kakanı tutmaya devam et.

Şimdi bir kere karizman yoksa elbette doğanın seleksiyon kurbanı olman an meselesi. Netekim doğa neslin devamı için hem sağlıklı hem de neslin devamına teşvik edecek özelliklere sahip canlı ister. Neyseki bizden çok var da birbirimizle idare etmeye çalışıyoruz.

Yani karı-kız-herif-oğlan işleri sakat biraz. Fazlacana kasmayıp kendi ayarında birini bulup onu asla Angelina Jolie ile birlikte olamayacağına ve sizinle idare etmesi gerektiğine ikna ederseniz bu iş olur. Başka türlü bu tüketim manyağı dünyada mal gibi kalakalır zavallı çoğunluk.

Gelelim aş işine. Efenim malumunuz iş görüşmelerinde de makul bir karizma aranmakta. Yani işiniz sadece fotokopi çekmek olsa bile prezentıbıllık ön şart koşuldu arz talep dengesi manyadığından beri. Ne yapacaksınız bu durumda? Ha bu aş meselesi mühim. Maksimum 22,5 dakika dahi olsa kendinden uzaklaşacaksın. Poz takınmak, abartmak şart değil. misal getirdiğin kurukafayı havaya kaldırıp felsefi bir tartışmaya girmene gerek yok. Sadece iş görebilir ve bunu yaparken de o muhteşem estetik bakış açısına sahip gözlere hitap edebilir olabileceğini kanıtla. Yani "Bir şey içer misiniz?" sorusuna pazardan aldığın turuncu capri ve "am i so stupid?" yazılı tişört üzerindeyken "viski, tek buz, teşekkür" deme yeter.

Karizmatik insanın restoranda bile işi zordur. Verdiği sipariş unutulur misal. Uzunca bir süre aç kalabilir bu durumda. Ne yapacaksınız? Tabii ki garsona unutulmaz anlar yaşatmak şart. Yani siparişi verdikten sonra adamın dudaklarına yapışıp dilinizi boğazına sokmayın. Ama misal o meşhur aptallığınız kullanabilirsiniz. Her zaman sorduğunuz aptal sorulardan birini sorun gitsin. İçeri gidip aptallığınızdan bahsedecek ve sizi kimse unutmayacak. Dezavantajları avantaja çevirebilirsiniz. Doğada her şey yaşamak için verilen bir silahtır. Kimisinde çakı kimisinde güdümlü füze var. Ama olsun "We will survive!"

Karizmatik olmayan kişi indirim sezonundaki mağzada bakındığı eteği üzerine giymişken bile kaptırabilir. Nasıl olur demeyin. Ezik insan sınıfında yer alan herkes gibi tercihleri diğer sınıflardakilerin tercihlerinden sonra gelir. Artıklarla beslenmeniz buyurulmuştur. Böyle bir durumda ne yapacaksınız? Çığlık atın. Evet. Tacize uğradığınızı söyleyin. Bu yalan değil. Tabi aklı zükünde/bızırında olanlar hemen başka şey anlayacak. İlgili kişiyi sapık olarak tanımlayacak. Hem de lezbiyen sapık. Gerçi Türkiye'de lezbiyenliğe inanmıyorlar. Ama tanrıya inanıyorlar. Neyse. Çığlık atmanız bile yeter gibi.

Karizmatik olmayan adam sıranın hep sonundadır. Sıra bitmeden sırası gelmez bir türlü. Bakınız taciz olayı burda da kullanılabilinir. Kalabalıklarda sürekli taciz edildiğinizi iddia edin. Zaten ediliyorsunuz da.

Karizmatik olmayan adamın sevgilisi orta malı olabilir. Buna dikkat. Zaten bula bula kendiniz gibi ya da daha da beter durumda birini bulduğunuz için kapanın elinde kalabilir. Çünkü karizmatik olmayan adamdan kimse korkmaz. Korkuyormuş gibi gözükse de anlayın artık kimse iplemiyor sizi. Arada bir psikopatlaşmanız şart. Aldatan ve terkeden insanların işkenceye tabi tutulması gerektiğini düşündüğünüzü filan laf arasına sıkıştırın. Arada bir et bıçağıyla salona gelip sevgilinize delici deli bakışı fırlatıp sonra hiçbir şey olmamış gibi "hayatım bu akşam et sote yapiii mi" filan deyin. O alır mesajı.

Karizmatik insan eşekler gibi çalışsa da bi bok olamaz. Kariyeri başlangıç noktasının da gerisine doğru ilerler sürekli. Ne yapacaksınız? E yani artık çalışmayın be kardeşim. Serin. Bi bok olacağınız yok nasılsa. Bu ülkede çalışmayan adama "Neden çalışmıyorsun sen?" demezler zate. Anca çalışan adamın yaptığı işte kusur ararlar.

Eveeeet. Panik yapmayın. Siz de ortalama 72,5 yıl yaşayıp geberip gidebilirsiniz. Biraz umut, bir tutam sevgi ve bir diş sarımsakla hazırlanan bütün yemekler güzeldir.