30 Eylül 2007 Pazar

Edith Piaf

İşte bir başka büyülü ses ve insan. İnanılmaz bir ses ve duygu yoğunluğu. Tabi bu ses sadece minicik bir bedenden değil yoğun yaşanmışlık ve inanılmaz bir hayat tecrübesinden çıkmakta. Ayrıca "r"'yi en güzel telaffuz eden Fransızdır kendisi.



des yeux qui font baisser les miens,
un rire qui se perd sur sa bouche,
voilà le portrait sans retouches
de l'homme auquel j'appartiens.
quand il me prend dans ses bras
il me parle tout bas,
je vois la vie en rose.
il me dit des mots d'amour,
des mots de tous les jours,
et ça me fait quelque chose.
il est entré dans mon coeur
une part de bonheur
dont je connais la cause.
c'est lui pour moi.
moi pour lui
dans la vie,
il me l'a dit, l'a juré pour la vie.
et dès que je l'aperçois
alors je sens en moi
mon coeur qui bat
des nuits d'amour à ne plus en finir
un grand bonheur qui prend sa place
des ennuis, des chagrins, des phases
heureux, heureux à en mourir.
quand il me prend dans ses bras
il me parle tout bas, je vois la vie en rose. il me dit des mots d'amour,
des mots de tous les jours,
et ça me fait quelque chose.
il est entré dans mon coeur
une part de bonheur
dont je connais la cause.
c'est toi pour moi.
moi pour toi
dans la vie,
il me l'a dit, l'a juré pour la vie.
et dès que je l'aperçois
alors je sens en moi
mon coeur qui bat




cet air qui m'obsède jour et nuit
cet air n'est pas né d'aujourd'hui
ıl vient d'aussi loin que je viens
traîné par cent mille musiciens
un jour cet air me rendra folle
cent fois j'ai voulu dire pourquoi
mais il m'a coupé la parole
ıl parle toujours avant moi
et sa voix couvre ma voix

padam, padam, padam
ıl arrive en courant derrière moi
padam, padam, padamıl me fait le coup du souviens-toi
padam, padam, padam
c'est un air qui me montre du doigt
et je traîne après moi comme un drôle d'erreur
cet air qui sait tout par cœur

ıl dit: "rappelle-toi tes amours
rappelle-toi puisque c'est ton tour
'y a pas d'raison pour qu'tu n'pleures pas
avec tes souvenirs sur les bras
" et moi je revois ceux qui restent
mes vingt ans font battre tambour
je vois s'entrebattre des gestes
toute la comédie des amours
sur cet air qui va toujours

padam, padam, padam
des "je t'aime" de quatorze-juillet
padam, padam, padam
des "toujours" qu'on achète au rabais
padam, padam, padam
des "veux-tu" en voilà par paquets
et tout ça pour tomber juste au coin d'la rue
sur l'air qui m'a reconnue

écoutez le chahut qu'il me fait

comme si tout mon passé défilait

faut garder du chagrin pour après
j'en ai tout un solfège sur cet air qui bat
qui bat comme un cœur de bois

29 Eylül 2007 Cumartesi

lakposhtha ham parvaz mikonand





İran doğumlu Bahman Ghobadi tarafından yazılıp yönetilmiş bir filmden bahsetmek istiyorum. Türkçe'ye "Kaplumbağalar da uçar" şeklinde çevrilmiş adı.

Film 2004 yapımı.Film deyip duruyorum ama filmden de öte bir şey. Bir gerçekliğin içine çekip alıyor insanı. Sonra da yutuyor ve tükürüyor. Kanser ediyor.

Çok neşeli bir o kadar samimi ve tanıdık bir girişi var filmin. Vizontele ve Propaganda filmlerinden bir şeyler yakalayabiliyorsunuz. Önce bir hikayenin içine alıyor ufaktan sizi. Ortamı ve insanları tanıştırıyor, sevdiriyor onları. Bilhassa Zinedine Zidane ile ilgili geyikle hem güldürüyor hem de o yokluk içindeki cahilliğin düşündüğümüz boyutta olmadığını da vurguluyor.

Sonra ufaktan size küçük şoklar yaşatıyor. Yani aslında bildiğiniz, haberlerde gördüğünüz, gazetelerde okuduğunuz ama iki dakka sonra unuttuğunuz o küçük çocuklar var ya Irak'ta. Hah işte onlar biraz daha tanıdık gelince karnınıza yediğiniz tekme daha bir güçlü oluyor.

Detaylar vermek istemiyorum çünkü filmi izlerken hatırlamanız yaşayacağınız duygunun azalmasına sebep olabilir. Oysa ben sizin de benim gibi kanser olmanızı istiyorum.

Elbet görsel açıdan, diyaloglar açısından, hikaye açısından çok başarılı, çok zengin bir film. Çocuk oyuncular mucize gibiler zaten. Ama filmin verdiği siyasi mesajlar sadece "savaş berbattır bu işten en çok çocuklar zarar görür" gibi şeyler değil. Saddam'ın da ne feci işlere imza attığı dillendiriliyor. Abd ile ilgiliyse pek de bir şey söylemiyor yani amerikaya hayran "uydu"'nun yaşadıklarından sonra her şeyi boş görmesi yahut Abd'nin gelip kendilerini kurtarmasını bekleyen Iraklı insanların da olduğundan gayri. Bu anlamda pozitif bir yaklaşım da sergilenmiş gibi. Ama anlatıldığı dönem abd'nin işgali ve Saddam'ın devrilişinde bitiyor. Bu bundan da kaynaklanabilir.

Ben bu filmin kesinlikle zorla da olsa izletilmesini istiyorum. Faşist duygular içersindeyim bu konuda. Böyle giderse ya kanser olacam ya otomatik portakal'daki çılgın bilimadamlarından biri.

23 Eylül 2007 Pazar

Nat is dead baby



Hatırlıyorum küçümen bir çocuğum. Radyoyu açmışım. Muhteşem bir ses duyuyorum. Harika bir şarkı söylüyor. Büyülenmiş gibi kapılıyorum o sese. Nat King Cole ile ilgili bir program yapılıyor. Küçük bir kızın kendinden geçtiğinden haberi yok birilerinin. Aralarda onunla ilgili bilgiler veriliyor. Sonra anlıyorum ki şarkıyı söyleyen muhteşem ses ölmüş. Başlıyorum ağlamaya. "Natkinkol ölmüş, natkinkol ölmüş". Nasıl bir tramvaysa adını her duyduğumda, her resmini gördüğümde veya sesi bir yerlerden kulağıma sızıp girdiğinde gözlerim doluyor hafiften. Derler ya burnumun direği sızlıyor. Hah işte öyle bir şey. Şu şarkısı hariç.



"L is for the way I LOVE this man"

17 Eylül 2007 Pazartesi

Katil uşak adı Brütüs



Yiğit Özgür - Sen de mi Brütüs




Sırtından bıçaklanma hadisesinin en keyifli kısmı "Acımadi ki" dediğiniz kısımdır. Lakin acımamış olması kan kaybetmediğiniz anlamına gelmez. Neyse ki makul ölçüde kan kaybının telafisi mümkün.

Ben şahsen pek çok zaman sırtımda o bıçağı hissettim. Dönüp kolunu büktüm bazen ilgili Brütüs'ün, bazen de mal gibi yedim bıçağı oturdum aşağı. Aslına bakarsanız bu biraz da insanın kendini ve başkalarını gereğinden fazlacana önemsemesiyle alakalı. Önemsemeyince de tadı çıkmıyor diye diye yorduk biraz vücudu ama olsun. Olur öyle arada.

Bridget Jones'un sevgilisini şikayet etmeye kalktığı hapishane sahnesi geliyor aklıma. Gururu kırılmış şu bu bahsedecek lakin kadınlar başlıyor "Kocam beni erkeklere pazarladı" yok "Uyuşturucuya alıştırdı sevgilim". Kal geliyor susuyor kadın. İster istemez "bu ne ki?" moduna giriyor zaten zamanla insan. Yani alışıyorsun babayı almaya zamanla.

Bir gün dünyayı kurtaracağım sanıyorsun ertesi gün bir bakıyorsun konserve kutusunu bile açamıyorsun. Bunun adı büyümekmiş. Küçülmek gibi geliyor bana. Gitgide minnacık olacakmışım da en sonunda biri beni bilye kutusuna koyacak ve unutacak o kutuyu bir yerlerde.

Benim bu konuyla alakalı olarak en trajik bulduğum şey de çok uzun zamandır "Bunu senden hiç beklemezdim" diyememiş olmam. Ne kötü bir şey birileriyle ilgili olumlu ve net yargılar edinememek, aslında normalde olması gerekenlerin lütuf gibi sunulması.

14 Eylül 2007 Cuma

Link ışığınız yanıyor mu?




Cık bence yanmıyor. Daha henüz dünyaya konnekt olmuş adama rastlamış değilim. Sistem var, alt yapı var lakin köye internet gelememiş. Halk ortama akmış değil.

Hayal aleminde bir gezinti halidir gidiyor. Herkes yerel takılıyor. Bazen ağ kurmuş hane içi ve yakın çevrede. Lakin nerde bu nokia?

Böyle bir beyne hapsolma hastalığından muzdaribiz. Beyin çıkamamış kendi içinden. Yoğun parazitlenme var. Sanki birileri belli bir frekansta bir şeyler yolluyor.

Kitlendik kardeş. Bağlantı yok. Tek yürek olduğunu sananlar bile bambaşka alemlerde.

Birileri "Ahan da kullanma kılavuzu budur!" diye bir şeyler sokuyor gözümüze. Yok kardeş çalışmıyor onlarla. Kanmayalım. Daha da kendi içimize hapsolmayalım.

Link ışıklarımız lüzumsuz bulunup söndürülmüş de olabilir. Bunlar hep muamma.

6 Eylül 2007 Perşembe

Second Life


Efenim bilindiği üzre bir Second Life çılgınlığı almış başını yürümüş. Biz de her türlü çılgınlığın içinde bir şekilde kendimizi bulan bir kimse olarak Arzach dostumuzun da teşviği, kışkığı, haydini ile dalıverdik bu matrix hesabı dünyaya. Bu resimde önde duran daş hatun benim. Arkadakini sizler için çektim :p Bu daşlığımı da skin ilen şu ilen bu ilen beni baştan yaratan Arzach'a borçluyum.

Second Life'a http://www.secondlife.com/ bu siteden ulaşabilirsiniz. Download ediyorsunuz önce oyunu. 70 MB bir şey (Oyun biraz kurabiye canavarı bir oyun yalnız. Gezinirken bin tane yer açılıyor, açıldıkça ttelekom bunları bir kenara yazıyor. Kotalı adsl ile veya misal 146 ile alemlere akıyorsanız bunu bir düşünün. Gerçi tarifeler ucuzluyor gibi) Sonra kullanıcı hesabı oluşturuyorsunuz. Bu hesabı para ödemeden oluşturabiliyorsunuz. Ama arazi alacağım, iş kuracağım, coşacağım filan derseniz aylık 10 dolarlık bir bedelle tüm bunlara haiz olmak mümkün.

Şimdi Second Life'a girince önce bir adada tıkılı kalıyorsunuz da tanışınız sizi ordan çekip kurtarabiliyor neyse ki. İki uçun, bir şeyler yapın ne bileyim o kısma tam hakim olamadım çekip kurtaran olunca. Evet uçuluyor burda matrix hesabı yine.

Menü oldukça basit. Search'ten en popüler mekanlara ulaşmak mümkün. Bilhassa İtalyan ve İspanyol popülasyonun büyüklüğü dikkat çekici ya da bana hep onlar denk geldi. Fransızlar da epey bir geziniyor. Cot D'azur filan yapmış adamlar. Orda burda bayraklar şunlar bunlar da var. Yani herkes kendi benzeşiyle, kendi zevkine uygun yerler dizayn etmiş. Ama pasaport, vize yok neyse ki.

Dünyada ne varsa imite edilmeye çalışılmış. Kilise de var seks de. Dans edilen yerler var. Dansa davet var. Bir tıkla salsa veya vals yapmak mümkün. Dans ederken "oh nice, isn't it?" filan diyorlar. Yani eve karı atma derdi de var. Neyse ki gördüğüm kadarıyla savaş filan yok. Olsa da kimse ölmüyor. Ama kadınlar hapishanesi gördüm bir tane. Fantazi mi yapıyor lezbiyenler anlamadım :) Gerçi kurallara aykırı davrananlar da atılıyormuş anladığım kadarıyla.

İnsanlar genellikle gerçek hayatlarından bahsetmek istemiyor. Sanki biri "get a life" demiş de o da edinmiş işte. Yani bambaşka biri olmak istiyorlar ama bu sefer yaratıkları öldürmek gibi bir dertleri yok. Wow'dan daha iyi bu bakımdan denebilir. Bu arada aklıma Southpark'ın Wow'la dalga geçen bölümü geldi. Wow'u yapan şirketin yöneticilerinin accountu yoktu Wow'da ve "niye?" diye sorulduğunda "benim bir hayatım var" diyordu bir tanesi.

Her neyse görüldüğü üzere insanlar rahatlamak, mevcut işlerinden, eşlerinden ve streslerinden kaçmak için hayal dünyasına atmak istiyor ki milyonlarca kullanıcısı var Second Life'ın. Ama online olduğunuzda benim gördüğüm kadarıyla 45-50 bin kişi oluyor ve epey bir dağınıklar. Alan çok geniş.

Ticari anlamda da deli gibi paranın el değiştirdiği bir ortam. Zaten borsası da var. Kur farkından para yapanlar filan da vardır. Zira kendileri Linden Dollars diye bir para birimi kullanıyor. 1000 Linden Doları 5 dolar filan sanırım. Tam bilmiyorum. Para nasıl el değiştiriyor efenim, evler, arabalar, uzay gemileri, kıyafetler, skinler, takılar, taklavatlar, eskortlar alınıyor satılıyor kiralanıyor vs.

Elbet işin psikolojik ve sosyolojik boyutuna girince olaylar biraz vahim. Artıları eksileri iyi düşünmek lazım. Ben açıkçası çok da sağlıklı bulmadım böyle bir olayı ama zaten teknoloji sağlık sektörü ve bilgi paylaşımı hariç dünyaya ne getirdi ne götürdü ona da bakmak lazım.

Benim şahsi olarak ilgimi çeken tasarımlar, çizimler. Bunların 3 boyutlu olması ve içlerinde gezebilmem. Gerçekten insanoğlunun hayal gücüne hayran kalmamak elde değil. İnanılmaz güzel ortamlarda gezinmek mümkün. Yalnız bir meditasyon köşesi çılgınlığı var ki o beni epey bir güldürdü.

Yabancı ülkelerden insanlarla konuşmak da güzel ama gördüğüm kadarıyla oturup da felsefe filan tartışacak modda değiller. Ama bilhassa yeni bir dil öğreniyorsanız günlük dili pratik etmek açısından faydalı. Yazılı veya sesli chat yapabiliyorsunuz.

Tasarımcıysanız para kazanmanız yeteneğiniz ve ilişkileriniz doğrultusunda epey mümkün. 3D işinden anlayanlar için iyi bir fırsat. Scriptler de çatır çutur gidiyor. Yok anlamam o işlerden derseniz başka işler de bulabilirsiniz. Plajda veya dans ederek bile para kazanılıyor. Ama ücret düşük ve boş boş takılıyorsunuz.

Bir de bu işten deli para kazanan kişiler var deniliyor. Bir tanesi pek meşhur http://www.stargazete.com/starextra/index.asp?haberID=49318

Onun haricinde ben biraz daha takılıcam sanırım çünkü gezecek yer çok. ZAten bu yazdıklarım da ilk izlenimler. Her yerine her olayına vakıf filan değilim elbet. Lakin bu flört ve pişirme merakını harbi anlamadım. Herkeste bir tanışalım, yiyişelim, pişirelim motivasyonu var. Oturun pornografik animasyon filan izleyin ne bu anlamadım. Yaşadığı dünyada ki tek normal insan olduğunu düşünme deliliğinden muzdarip olacam az kaldı.

Bu resmimi de bu yaz yapamadığım tatilime adıyorum.

3 Eylül 2007 Pazartesi

Anarşizmi kavrama sanatı



Banksy - http://www.banksy.co.uk/outdoors/horizontal_1.htm




"Güçlü bir halk lidere ihtiyaç duymaz." Emiliano Zapata


Biliyorum insanlar sadece otoriteye başkaldırmaktan korkmuyorlar. Otorite giderse yerine ne koyacaklarından emin değiller. Diyorlar ki otorite olmazsa veya biz insanları otoritesiz yaşamayı öğretmezsek kaos yayılacak. İnsanlar birbirlerinden çalacak, yağmalar, tecavüzler ve daha türlü türlü problemler. Yani otorite aslında kapitalden veya silahtan değil bizzat insanların korkusundan besleniyor. Peki devletin bunlardan sizi koruduğuna emin misiniz? Devlet aslında kendi kaosunu yaratmıyor mu? Ekonomi çıkmaza girdiğinde, bir takım dinamikler devreye sokulduğunda ve savaş çıkartıldığında bu korktuğunuz şeyleri yaşamıyor musunuz?

Devletler düzenli ordularıyla tepenize bombalar yağdırırken, o düzenli orduların düzenli askerleri düzenli bir şekilde size tecavüz ederken. Veya devlet politikaları sizi önce hasta edip sonra hastanelerde süründürürken, ilaçlara bağımlı yaparken can sağlığınız çok mu güvende?

Kendi aranızdaki türlü farklılıkları çeşitli senaryolara monte edip düşmanlık ve şiddetin önünü açan kim sanıyorsunuz? Ve “toplum buna hazır değil. Bizler onları eğiteceğiz” diyenler. Her şeyi çok bilenler. Kendi otoritesi ve hiyerarşisiyle Mesih gibi koşa koşa gelenler. Peki sizler otoriteye sahip olduğunuzda iktidar sarhoşluğuyla yola niye çıktığınızı unutabilir misiniz acaba? Veya doğru kadrolar kurulacağından, doğru bir şekilde yola devam edebileceğinizden emin misiniz? Birilerinin elinde diğerlerinin üzerinde baskı oluşturmak için güç olduğu zaman neler yaşandı hiç baktınız mı? Hangi halk tam olarak hemfikir oldu sizlerle? Azınlıklar, çoğunluklar, farklı sınıflar, hepsine hitap etmeniz gerekmiyor mu? Toplumsal mutabakatı esaret ve itaat üzerine kurabilir misiniz? Siz efendisiz olma hakkına sahipken ve birilerinin efendisi olmaya talipken nedenleriniz neler? Mantıklı nedenleriniz olsaydı ikna etmek yerine silahlarınızı kullanır mıydınız? Siz kimsiniz? Ya da şöyle söyleyeyim “siz kim olduğunuzu sanıyorsunuz?”

Peki bu insanlara haddini kim bildirecek? Üzülerek görüyorum ki maalesef böyle bir zihniyetin yeşereceği nesiller yetişecek gibi gözükmüyor.

Anarşist olduğunu iddia eden kişilerde bile gözlemlediğim, genelde mevcut düzenin oyunlarına ezberden ve bir çocuk naifliği ile tepki verme alışkanlığı. Bana göre daha da kötüsü anarşizmi takip etmenin etik sahibi olmamakla veya hedonizmle örtüştürülmesi.

Yine de anarşizmin en güzel yanı da aslında herkesin ev yapımı bir anarşizminin olabilmesi. Açıkçası ben bir takım semboller kullanan veya kişisel manifestosunu duyuran anarşistlere dahi gayet eleştirel yaklaşabiliyorum bu sayede.

Velhasıl diyeceğim şudur ki anarşizmi anlama sanatı aslında insanın kendini anlama ve tanıma sanatıdır. Devlet, toplum ve aile değerleri veya baskısı ile kuşatılmamış çıplak haline aynada bakmaktır. Ve tekrar bu sefer istediğin gibi giyinebilmektir. Sadece çıplak kalmak değil. Ve asla mantık söz konusu olduğunda nerede duracağını, nasıl tavır alacağını ezberlerle tayin etmekte değil. Bazen her şeyi yıkıp yeniden yapamadığımız durumlarda mevcut düzendeki bazı değişimleri durdurmak veya bazı değişimlerin de önünü açmak gerekir. Zira milyonların ayakta uyutulduğu bir düzende saflıkla farklılık yaratmak mümkün değil.

2 Eylül 2007 Pazar

Yalan Dünya




Neşet Ertaş - Yalan Dünya

Hep sen mi ağladın, hep sen mi yandın,
Ben de gülemedim, yalan dünyada
Sen beni gönlümce mutlu mu sandın
Ömrümü boş yere çalan dünyada.

Ah yalan dünyada, yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada

Sen ağladın canım, ben ise yandım
Dünyayı gönlümce olacak sandım
Boş yere aldandım, boşuna kandım
irengi gözümde solan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada

Bilirim sevdiğim kusurun yoğdu
Sana karşı benim hayalim çoğdu
Felek bulut oldu üstüme yağdı
Yaşları gözüme dolan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada

Ne yemek ne içmek, ne tadım kaldı
Garip bülbül gibi feryadım kaldı
Alamadım eyvah, muradım kaldı
Ben gidip ellere kalan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada

Flora Tristan




7 Nisan 1803 yılında paris'te fransız bir anne ve perulu bir babanın evlilik dışı (evlilik İspanya'da gerçekleştiğinden kayıt altına alınmamış ve yok sayılmış) çocuğu olarak dünyaya gelen ve şu şekillerde anılan bir kimse Flora: feminist-sosyalist, ütopist-feminist, anarşist-sosyalist. Yani internette biraz araştırınca daha bir çok kombinasyona da rastlayabiliyorsunuz. Ha bi de Paul Gauguin'in ananesi diyorlar. Hülya Avşar'ın kızkardeşi gibi bir titr gibi değil de bilgi olarak sunsalar daha bir güzel olurmuş gibi geldi bana. Bilhassa torununun ananesini pek de iplemediği yönündeki bilgiler düşünülünce.

Neyse işin etiket kısmı bir kenara Flora neler yapmış ona bakalım.

17 yaşında daha sonra anlayacağı üzre ayyaş, tacizci(kendi kızını taciz ettiği söyleniyor ki bu sebeple Flora çocuklarını ondan alabilmiş), parasızlıktan dolayı Flora'yı fuhuşa sürüklemek isteyen ve daha bilimum olumsuz özelliğe sahip olduğu iddia edilen Andre Chazal ile evlendirilmiş.

Yaşadığı dönem bilindiği üzere kadınlara ileri derecede ayrımcılık yapılan, onlara erkeklerle eşit eğitim alma, çalışma ve yönetimde söz sahibi olma haklarını vermeyen bir Fransanın dönemi.

"Sus da alim sansınlar", "söz gümüşse sükut altındır" vs gibi pasifize edici, koyunlaştırıcı görüşlere prim vermeyen Flora "sustular sustular sıra bana geldi" deyip isyan bayrağını açmış.

Çünkü koca dayağı yeyip oturmak, onun yüzünden fuhuş yapmak, erkeği üstün sayan bir sistemde kadın olarak varolmak, eşinden boşanma hakkını bile kullanamamak, babasından kalan mirası evlilik dışı bir çocuk olduğu için alamamak gibi şeylerin mantığa aykırı olduğunu ve bunun değişmesi gerektiğini insanlara anlatma derdini edinmiş.

Pek çok seyahat yapmış. Eserler vermiş. Gittiği yerlerde etkili konuşmalara imza atmış. Broşürler dağıtmış. Tabi bütün bunları yaparken kovalanmış, takip edilmiş. El üstünde tutanların sayısı her zaman ki gibi nefret edenlerin yanında devede kulak kalmış.

Yazmış olduğu "Bir Parya'nın yolculukları" yayınlandığında ise bir türlü boşanamadığı Andre Chazal tarafından vurulmuş, kurşun öldürmemiş ama göğsüne saplanmış ve bir daha çıkartılamamış. Süren cinayete teşebbüs davasında ise kocasından çok kendi hayat tarzı irdelenmiş irdelenmiş. Neyseki adamı 20 yıl hapse atmışlar. O da bir şey.

Sadece kadın sorunları değil, işçi sınıfının sorunları ile de ilgilenmiş. Sosyalizmin temel taşlarına epey bir katkısı olmuş. Bihassa işçi sınıfı sorunları, sendika vs. gibi mevzulardaki önerilerinden epey bir etkilenen ve kendi fikirlerine temel aldığı iddia edilen Marx ve Engels'in kendisinin adını hiç anmamaları da eleştirilmiş zaman zaman.

Kendisiyle ilgili ilginç bir olay da Fransa ve Peru da dahi parlamentoya Ziyaretçi kimliğiyle girebilirken Londra'da kadınların alınmadığını duyunca erkek kıyafetiyle ve bir Türkün yardımıyla Lordlar kamarasına girmesidir ki aslında bu olayın en ilginç kısmı bazı erkeklerin oraya sabahlıkla gelmiş olması ve çoğunluğun da orda uyuyor olmasını kendisinin bizzat tespit etmiş olması sanırsam.

Velhasıl hayatı boyunca bıkıp usanmadan kadınları ve işçi sınıfını sömürmeye çalışanlarla mücadele etmek için sömürülenleri aydınlatma ve örgütleme ile uğraşmış. Tam olarak asla başarmanın hazzını yaşayamamış bu kadın, 14 kasım 1844 yılında hayata gözlerini yummuş.

"Napçen? dünyayı sen mi kurtarcan" insancıkları için bile daha iyi bir dünya düşleyen ve onun temellerine katkıda bulunan bu kadına saygılar efenim.

http://www.dergibi.com/yazarlar/mbd_008.asp

http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=100

http://www.tarihsayfam.com/tarihe-gecen-kadinlar/flora-tristan.html

http://en.wikipedia.org/wiki/Flora_Tristan

ve tabii ki

http://www.google.com.tr/search?hl=tr&q=flora+tristan&btnG=Google%27da+Ara&meta=