28 Kasım 2007 Çarşamba

Her şeyin yalan olduğu gerçeği

Resim filan koymuyorum bu yazıya. Reim yerine sıçtığınız en şekilsiz boku ve onun sifonla gitmeyişini hayal edebilirsiniz. Evet çemkirecem..Evet asabiyim. işim bu.

Duymak istediğim şeyler şunlar;

-Artık seni sevmiyorum. Ya aslında zaten hiç sevmemiştim.
-9 aylık kansersiniz. Tebrikler nur topu gibi cenazeniz olacak.
-Allah belanı versin manyak. Geber!
-Tanıdığım en berbat insanlardansın ve umarım en kısa sürede azına zıçılır.
-Sana bir sürü yalan söyledim ve sırf öyle istedim diye. Sakın sana değer verdim filan sanma.
-Arkadaşım filan değilsin aslında, lak lukun fena değil.

Böyle gidiyor bu. Yok mazoşist değilim. Gerçeği, sadece gerçeği duymak istiyorum (kanserli kısım temenni gibi aslında :p).

Bir sürü yalanı yaşadım. Yalanın içinde yaşatıldım. Yalana batırılıp çıkartıldım. Yalanları ayna gibi tuttular, yalanlarını cebime sıkıştırdılar, bahşiş gibi kimi zaman, bazen karşılıksız çek gibi. Borç gibi sanki daha çok.

Boğuldum yalanlarla. Belki herkes çok memnun ve işin doğası bu. Bana ne ben öyle değilim böyleyim. Her şey bana uyacak. Uymazsa arıza çıkarırım. Çünkü ben benim.

Yalanlarını ve kendilerini kıçlarına sokturup postaladım bir sürü insanı. Gelen gidiyo eminönü meydanı gibi hayatımdan. Güvercinleri severim ama boklarının kokusu da çekilmiyor hani.

Yalanlar beni yaşadı yıllarca, benim hayatım hep askıda.

Azınıza sıçayım hepiniz. Bitti.

25 Kasım 2007 Pazar

2046


İnsanlar geçmişlerinde yaşıyorlar. Sürekli bir geç intikal söz konusu.

Sanki yaşadığımız anlar sadece bir lokmayı ağzımıza attığımız an. Daha bunun tadını anlamak var, mideye yolculuğu var, hazmı var, geride bırakıp sifonu çekip çekmemesi, vücuda kabul edilen ve bize zarar ya da fayda sağlayanları var.

Hayat uzun bir yolculuk. Bazen bir ana kitlenip kalıyoruz. O an bin yıl gibi geliyor. Bin yıl süren an ise bir anda geçip gidiyor.

Hala ağlayanlar şanslı. Onlar yolculuğun tadını çıkarıyor. Ya bir yere gitmeyenler. Gidecek bir yeri kalmayanlar?

http://www.imdb.com/title/tt0212712/

15 Kasım 2007 Perşembe

11:14



Bir anda insanların hayatının nasıl değiştiğine dair bir film 11:14. Her ne kadar olan bir anda olsa da o noktaya nasıl gelindiğinin de önemi çok renkl bir biçimde vurgulanmış.

Film inanılmaz bir tempoyla devam ediyor ve yine bir anda başlayıp bitiyor.

Basit bir konunun iyi kurguyla, görüntüyle ve oyunculukla nasıl da bir karnavala dönüştüğüne tanıklık ediyoruz.

Komedi ve gerilim o kadar içiçe ki ağlanacak yerde gülmemek elde değil.

Velhasıl 11:14 bence izlenmezse bir şeyler kaçırılacak filmlerden. Neler kaçırılmamalı bakmak lazım.

7 Kasım 2007 Çarşamba

İnsanın Kendinden Sıkıldığı An



Sadece sıkıntı hissetmek. Üzerinde ağır bir yük. Hafiflemek adına yapabileceklerinin çok sınırlı olduğunu düşünmek. Kendinden sıkıldığını farketmek. İşte o an insan içinde başka birinin yaşadığını anlar.

Başka biri ve çok yabancı. Sokaktaki insandan bile yabancı. İnsan olduğunda bile emin değilsin.

Büyük ve daha güçlü bir şey. Ama ne tanrı ne de başka türlü bir hastalık gibi değil. Bambaşka biri. Kafanda yarattığın değil. Bizzati kafanın kendisi.

O canavar gibi seni yemek için bekliyor. Onu kendinle beslemek zorundasın. Bir kurban verebilirsin ancak. Elinde başka bir "sen" yok.

Anlamak ve savaşmak istersin. Ama o sana izin vermez. Çünkü sen "o" değilsin. Ama o hem "sen" hem kendisi.

Gidebileceğin bir yer olmadığı gibi öyle bir yer olsa da gidebileceğinden emin değilsin. Belki tüm bunlar kafanda hayal. Ama kafanı kesmeden nasıl kurtulacaksın? Onu ordan çıkarıp atmak mümkün mü? orası O'nun. Sen sadece sensin. Bir besleme, bir ilticacı, davetsiz bir misafir.

Konuşmak istesen dinlediğinden emin olamazsın. Ama o konuşmak isterse sadece susarsın.

Günler birbirini kovalar. Bazen gelir bazen gelmez. Gelmediğinde unut istersin, biraz da becerirsin. Geldiğinde nereye saklanacağını şaşırırsın?