23 Ocak 2010 Cumartesi

La dolce vita

İtalyan sinemasında hayatla ilgili iki güzel film vardır. Biri Benigni'nin "La vita e bella"'sı diğeri Fellini'nin "La dolce vita"sı. Biri hayatın her zorluğa rağmen güzel olduğunu anlatır diğeri neyi seçersen seç hayatın seni savurup atmasını. Biz bugün ikinci hikayeyle ilgileneceğiz biraz.



Anita Ekberg duvardaki pin up girl'in fırlayıp üzerinize üzerinize gelmesi gibi bir role sahip bu filmde. Öyle bir güzellik anlayışının simgesi ki bu gün bile hala, -her şeyin büyüğünü seven- amerikalılar güzellik yarışmalarına bu hanımın benzerlerini yollamakta. Sarışın, uzun saçlı, büyük memeli böyle at gibi hatunlar. Bu kadın her şeyiyle dişi bir kadın. Ne kadar Ghost'taki kısa saçlı haliyle Demi Moore'a hasta olursanız olun bu kadına hayır diyebiliyorsanız açık ve net bir biçimde ibnesel eğilimler gösteriyorsunuz demektir.



Anita yaklaşık 180 dakika süren filmde öyle çok da görünmüyor. Bana sorarsanız filmde akılda kalıcı sahnelerde obje olmuş olsa da filme damgasını vurmuşluğu da yok. Ama mesele bu değil zaten. Simgelemesi gerekenin hakkını veren bir vücuda sahip. Önemli olan da bu. O yüzden Anita ile burada vedalaşıyoruz.

Filmin ana karakterini Marcello Mastroianni canlandırıyor ki burası önemli. Adam yakışıklı ama bir kusuru var berbat bir oyuncu ama yakşıklı. Bu role cuk oturmuş. Şaşkın, ayyaş, hayatıyla ne yapacağını bilmeyen ama şansını sonuna kadar deneyen başarısız survivor adayı.

Filmin içinde bu karakterle yolculuk yapıyoruz. Bu karakterden çokça var gerçek hayatta ama hepsi onun kadar seçeneğe sahip değil.

Film çok uzun ama anlatacak çok şeyi var ve yönetmen doğaçlama seviyor. Yine de gereksiz tek bir kareye denk gelmedim.

Konunun, bilhassa 60'lı yıllarda dejenerasyonun yeraltından çıkarılıp beyaz perdeye alenen yansıtılması, medyanın halkın sosyal hayatında yarattığı erezyon(ki film bunu halk istiyor der)gibi yönlerden dolayı çok önemli bir yeri var.

Maskülen bir film ama aslında kadın-erkek pek çok insanın yaşadığı arafta kalma halini, o sıkıntıyı çok güzel veriyor.Her şeyi isteyip hiçbir şey alamama ve karar vermek zorunda kalma.

Aslında her ne yaparsak yapalım çırpındıkça daha da batıyoruz. O yüzden serbest salınıma kendini vermek, bazı şeyleri akışına bırakmak ve derenin yatağını bulmasını ümit etmekten başka pek bir çaremiz yok.

Bütün o yaşanan saçmalıklar yani elele uyuyacak kadar huzuru yakalamışken ağzına tıkalanan yumurta ile neye uğradığını şaşırmak, tapmaya hazır olduğunu sandığın bir kadınla karşılaşman ama kadının sevgilisinin kadını siklememesi, bir yandan aslında hem evlilik hem de çılgın bir hayat vaadeden bir kadınlayken naif duygular içersinde salak konumuna düşmen, her şeyi ile mükemmel bir hayata sahip olduğunu sandığın arkadaşının çocuklarını öldürüp intihar etmesi vs. açmazlar, çıkmazlar, ikilemler, içiçe geçmiş ama uyumsuz bütünlükümsüler tek kelimeyle iç daraltıcı. Bunların altını çizmek, bunlara odaklanmak bu irrasyonel hayatı onurlandırmaktan başka bir şey değil. Bu hayatla ne yapacağımızı şaşırmış azınlık olarak(çünkü gayet bilinçli bir tüketici kitle var ki sayıları milyarları aşmış) yapabileceğimiz tek şey kendimizi serbest bırakıp suyun yüzeyine çıkmayı beklemek. Sabrı olanın sonu selamet olsun.


4 yorum:

  1. yazıyı daha okumadım ama fotograftaki hatunun memeler ne öyle bee:)

    YanıtlaSil
  2. "Aslında her ne yaparsak yapalım çırpındıkça daha da batıyoruz. O yüzden serbest salınıma kendini vermek, bazı şeyleri akışına bırakmak ve derenin yatağını bulmasını ümit etmekten başka pek bir çaremiz yok." doğru. insan tutunmaya çalıştıkça daha da zavallılaşıyor. hatta tutunmaya çalışan insandan daha zavallı bir başka yaratık yeryüzünde yok. yalnız oluruna bırakmak en iyisi mi işte ondan pek emin değilim. bir yol daha var aslında da o yoldan giden geri dönmüyor.
    useful

    YanıtlaSil
  3. hint sinemasında da benzer şeyler var aslında.

    YanıtlaSil
  4. lanet olsun imagine ı kim söylemiş öyle.

    YanıtlaSil

Yorumlar spam değilse küfür vs. içerse dahi yayınlanır ama biraz vakit alır :)