18 Mayıs 2009 Pazartesi

Son Kemalist


Atatürk cumhuriyeti bildiğiniz üzre pek de Atatürk'ün hayalindeki Cumhuriyet olmadı. TC vatandaşları da pek kendi hayallerini kurmaya alışık olmadığından işler akışına bırakıldı ve gelinen nokta malum.
Bu gün Türkan Saylan hoca bu dünyadan göçtü.
Bu gün bazıları kendisinin cehennemlik olup olmadığı üzerine kafa yorarken ve hatta bu vefatı ergenekon örgütünün puan toplama çabası olarak açıklamaya kalkacak kadar kendini kaybetmişken bizler onların yeni baştan regüle ettiği düzenlerinde soluk almaya çalışıyoruz. Ve artık Türkan hoca da aramızda yok.
Türkan Saylan görüldüğü kadarıyla son Kemalist'tir. Pek çok kişi Kemalizmden farklı şeyler çıkarsa da ve hatta Kemalizm diye bir akımdan bahsetmenin mümkün olup olmadığını tartışsa da bence Türkan Saylan tam anlamıyla Kemalist'tir. Çünkü Mustafa Kemal'in gösterdiği yolu kavramış ve o yolda önüne çıkan engelleri yıkarak ilerlemiştir.
35 doğumlu bir kadın, tıp okuyor, uzmanlaşıyor, anadoluyu karış karış geziyor, dokunduğu her yerde iz bırakıyor ve bu iz cüzzam hastalarına ışık oluyor, ülkenin cüzzama ve cüzzam hastalarına bakışı, onunla mücadelesi değişiyor, gelişiyor.
Kız çocuklarına yapılan ayrıma karşı çıkıyor, pozitif ayrımcılık yaparak tahtıravellinin havada kalan kısmına destek veriyor, yetmiyor sermaye sahipleriyle işbirliği yapıyor, sosyal sorumluluk nedir onlara öğretiyor.
Araplaştırılmaya karşı çıkıyor. Karakterli bir topluma duyulan ihtiyacı dillendiriyor.
İşte Atatürk'ün o çok dalga geçtiğiniz cumhuriyet kadını bunları başarıyor.
O bunları başarmasa, onlar bu yolu takip etmese o çok dalga geçtiğiniz şiire isitnaden, siz be hey dürzülere işimiz kalacaktı ve ne olacaktı? Ben bu gün bir herifin 3. karısı ve 5. çocuğunun damızlık anası olacaktım ya da çoktan taşlanıp ortadan kaldırılacaktım. Hayır bu fazla drama değil, bu gerçek. Neden ısrarla kaçmak istediğinizi bilmiyorum ama olacak bitecek bundan ibaretti. Eğer Atatürk ve onun gençliği böyle düşünmeseydi.
Türkan Saylan bu idealist tutuma kendini fazla kaptırmış olabilir. Evet sıra o çok eleştirilen sözlerine geldi. Ne dedi? Dedi ki Türkler yapan değil yıkan bir toplum, bunu değiştirmek lazım. Hangimiz bunu inkar edebiliriz. Tarihsel ve güncel gerçekler duvar gibi önümüzde. Ve evet küçük çocuklar namaz kılmasın bale yapsın. Hayır küçük çocuklar oyun oynasın, kafasına göre takılsın. Eğitim de olmasın ama benim hayalim şimdilik onun hayallerinden de çok ötede. Son olarak Muhammed adı ile ilgili görüşü. Bu görüşte bir insanın vereceği en standart tepkidir bu. Bir toplumun özenti ile özgün olabilmesine dair çok spesifik bir örnektir isimler. Ve misyonerliğe girmeyeceğim dahi. Feto ve elemanları milyonların kafalarını ütülerken ortaya atılan iddialar son derece komik.
Ben Atatürk'ün cumhuriyetini şeriata ve yobazlığa tercih ediyorum. Ben Türkan Saylan'ı sakallı sübyancılara tercih ediyorum. Ben kız çocuklarının mal gibi değiş tokuşa konu edilmesindense okuyup doktor, öğretmen, sanatçı olmasını istiyorum. Çünkü üniversiteyi medreseye tercih ediyorum.
Ben anarşistim a dostlar. Ama kötünün iyisini tercih etmiyorum. Çünkü bir tarafta gördüğüm cahillik, aymazlık, iğrençlik, bencillik ve türlü şuursuzluklar diğer tarafa kötü dememi engelliyor.
Bundan ikisinden başka seçenek yok mu? Elbette var. Zaten bu seçenekler ucu açık olarak Atatürk Cumhuriyetine kondu ama maalesef Atatürkçü olduğunu zanneden kraldan çok kralcılar o seçenekleri bir bir köreltti. Yine de dedim ya aslında, eğer olacaksa, eğer yeniden başlayacaksak, yıkıp bir daha yapmamız gerekecekse kimlerle yanyana duracağımı biliyorum. Umarım sizler de biliyorsunuzdur.
Hoşçakal Türkan Hoca.

17 Mayıs 2009 Pazar

Eurovision 2009 winner


Bu sene eurovision manyaklığımı büyükada'dan eve koşa koşa dönerek ve bir arkadaşımın doğumgününü kaçırarak atlattım.
Dedim bu sefer 80'lerdeki gibi olsun. Ne çıkarsa bahtımıza bir müzik olayı izleyelim. Öyle önceden şarkıları 10 kere dinlemeler, not almalar, analiz etmeler, trend grafiklerini powerpoint'e yabıştırmalar olmasın.
Bunun için yanlış bir sene seçmişim sanırım çünkü final şarkıları gerçekten birbirinden güzel şarkılardı. Para verip alacağım tek eurovision ticari ürünü bu seneye ait olacak gibi. Her ne kadar Dita Dita gibi olmasa da ve Patricia asla Edith Piaf gibi içten şarkı söyleyemese de ışıltılı bir ziyafet sunmayı başardı Ruslar.
Lakin bir şarkı vardı ki tam sonlara doğru sahneye çıkan oğlanı görünce (tam anlamıyla oğlan) ve onun bastığı ilk on nota filan sonrasında dedim rekor kıracak bu şarkı. Eğer ki rekor kırmasaydı benim insanlığa dair kalan son umutlarım da yalan olacaktı.
İşte insanlar hangi dilde konuşursa konuşsun ve hangi kültüre ait olursa olsun sıcak, samimi, şirin ve sade ama gerçek bir şey görünce dayanamıyor ve "Beslenir ki bu!" deyiveriyor. O yüzden hala doğurulan bebekleri kesip yemiyoruz.
Alexander Rybak sahneye çıktı ve aşkı en saf, en ciladan ve hastalıklı tanımlardan uzak haliyle bize anlattı. Sanki az sonra kapıdan fırlayıp aşık olduğu kızı aramaya gidecekmiş gibi söyledi, çok görkemli bir müzikalin giriş şarkısı gibi çaldı.
Evrensel sosyolojik tespitler yapmama sebebiyet veren bu güzel şarkı ve onun beğenilmesi beni gerçekten mutlu etti. Çünkü bizler aşkı masallardan öğrendik ama bir şizofrenin kabusu gibi olan fransız filmleri, sıkıntılı, irinli obsesyonları anlatan "entelektüel" romanlar ve şiirler, bir de tüm bunların üstüne eklenen salt kazanmaya endeksli hayat mücadelesi stili yüzünden kaybettik.
Ama her şeye rağmen, takvimler 2009'u gösterse de, gerçek aşk yolunu bulup denize ulaşan nehir gibi kalbimize akmayı başarabiliyor. Ve biz onu görünce sadece sms atabiliyoruz:)





3 Mayıs 2009 Pazar

bahar ayı gönül yayı


Şükür bu sene de leyleği havada gördük. Gerçi havalar gösterip vermiyor olsa da takvimler bahar olduğunu belgeliyor.

Hayatta en bozulacağım şey tam her şey süperken ve ben sokakta çöp karıştırandan kıçımdaki yağ oranına kadar uzun bir yelpazede kendimi ota boka heder etmemeye karar vermişken bir doktorun "Tebrik ederim. Nur topu gibi bir habis kistiniz oldu" demesi. Diğeri de ilkbaharda ölmek.Bu ikisinin birden gerçekleşme ihtimali çok da imkansız değil gibi.

Efenim ilkbahar benim için -doğanın uyanışı şu bu artık her naneden dolayı ise- "Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç" şarkısındaki gibi sebepsiz ve manyakça mutluluk hissinin yegane sebebi.

Bu konuyla ilgili neden yazma gereği duydum? Ulen dedim bunca zamandır blog yazıyoruz, hep bi şikayet, hep bi söylenme, hep bi ota boka laf geçirme o da olmadı şizo şizo şiir, hikaye. Bi gün de insan gibi bişiy yazalım dedik.

Kış bitti menopoz bitti. Haydi yumurtlayalım bakalım:p