30 Ağustos 2008 Cumartesi

When i leave the world behind



I’ll leave the sunshine to the flowers,
I’ll leave the springtime to the trees;
And to the old folks I’ll leave the memories
Of a baby upon their knees.
I’ll leave the nighttime to the dreamers,
I’ll leave the songbirds to the blind;
I’ll leave the moon above
To those in love
When I leave the world behind.

Irving Berlin

28 Ağustos 2008 Perşembe

Friedrich Wilhelm Nietzsche




"Gözlere sahip olmak için içgüdülerimizle eylemlerimizi sert bir şekilde yaşamalıyız -kendimizi geçici olarak yaşantıya bırakmalıyız, sonra bakışlarımızı geçici olarak onun üzerine dikmeliyiz-her insan benliğinde entelektüel yüksekliğin ve ahlaki temizliğin çifte özlemini taşır. her düşüncede açılma eğiliminde olan iki kanat vardı: deha ve kutsallık"
Nietzsche abimizin ki kendisi canımız ciğerimiz olur dediğine bakacak olursak anlarız ki görmek için tecrübe gerekmektedir. ve fakat tecrübe fiili olarak bir şeyler yaşamakla kazanılan bir şey değildir. Arada toplanan dataların analiz edilmesi, çıkarımlarda bulunmak filan gerekir. Ayriyeten bunu sürekli yapmakla kazanım elde edemeyiz. Ve fakat insanlar saldım çayıra durumundan o kadar memnundurlar ki yani içgüdü doğrultusunda bir sürü öküzlük yapmak o kadar işlerine gelir ki ve bunlardan derse çıkartmak ev ödevi almış öğrenci gibi can sıkıntısıdır. Onun için bu şekilde devam ederler hayatlarına. Ve yine bi naneden habersiz dünyaya bakarlar trene bakan öküz misali. Ve çok şeyden anladıklarını sanırlar bir de üstüne.
Misal başkalarının eleştirilerine bile "bu aslında çocukken berbat bi ailede büyümüş, sonra da berbat ilişkiler yaşamış, gelen gide nzıçmış azına, ondan bok atıyor bana yoksa ben süperim" filan derler. Böylelikle kendilerini aklarken vicdanlarında ve toplumun gözü önünde bir de karşısındakini sözde küçük düşürerek yeni bir vicdan muhasebesi aklama dosyasını açarlar. Daha sonra da elbet yeni bir bok atma aktivitesiyle bu hesabı da kapatmaya çalışacaklardır.
İşte bunlar güdülerinin peşinde helak olurken kör kalan insanlardır. Ve acımak da çok yanlıştır aslında yine nietzsche ne demiş bi bakalım "acıma, yaşam duygusunun gücünü arttıran gerilim verici duyguların karşıtı bir duygudur; çöküntü verici bir etkisi vardır. kişi acıma duyduğunda, gücünden yitirir. acıma yoluyla güç eksilmesi yoğunlaşır, çeşitlenir. Acı, acıma yoluyla bulaşıcı hale gelir". ve hatta "küçüklerin "acınacakların" pek yakınında yaşıyorsun. onların görünmez intikamlarından kaç....sinek kovalayıcı olmak senin nasibin değildir. Bu küçükler acınacaklar sayısızdırlar, nice muazzam binaları, su damlaları ve vahşi otlar yıktılar. sen taş değilsin fakat damlaların çokluğundan oyulmuşsun. damlalar çoğaldıkça büsbütün parçalanacaksın. zehirli sinekler arasında seni yorgun görüyorum, yüz yerinde kanlı çizgiler buluyorum. ve hala senin gururun gazaba gelmiyor.....yumuşak ve adil olduğun için dersin ki: bu küçük varlıklar masumdurlar fakat onların küçük ruhu der ki: bütün büyük varlıklar abestir....Evet dostum, en yakınların için vicdan ağrısısın: çünkü onlar sana layık değildir. en yakınlarında daima zehirli sinek olacaktır. sende büyük olan şey onları büsbütün zehirlendirir ve büsbütün sinekleştirir. dostum, inzivaya: sert, keskin bir havanın estiği yere kaç: sinek kovalıyıcılık senin nasibin değil. zerdüşt böyle söylüyordu.". Şimdi pek çokları için zerdüşt'ün bunu söylediği kişi megaloman tabi. yani başkaları acınacak durumda ama o iyi ve bu durumda zerdüşt saçmalıyor, megaloman da acilen tedaviye ihtiyaç duyuyor. Peki bunları söyleyenler kimler?. Elbette "zehirli sinekler".Hani şu sürekli ışığa koşan kör sinekler. Çünkü “büyüklük araman sana şeref verir. fakat san ihanet de eder. sen büyük değilsin” de demiş zerdüşt.
Elbette tecrübeler peşinde koşarken sadece içgüdüleri tatminle geçmiyor hayat di mi?. Bazen duvara tosluyorsunuzdur eminim. Ama onlar da şu şekilde değerlendirilmiş nietzche tarafından "bir zamanlar acıların vardı. onlara kötü diyordun. fakat şimdi faziletlerin var. bunlar senin acılarından doğmuşlardır."
Peki herkesin acısı fazilet doğuruyor mu?. Yoksa sadece "Hiç kazan doğurur mu canım" diyenlerden miyiz acaba?. Ben çektim başkası da çeksin diyenlerin de gözleri biraz bulanık değil mi?. Oysa olması gereken "Ben çektim başkası çekmesin" olmasın. Ve illa ki de bedel için birilerini öldürmek istiyorsan yine Nietzsche'ye kulak verebilirsin. "öfke ile değil, gülümseme ile öldürülür." ama "çok şey öğrenen şiddetli ihtiraslarını unutur….hikmet adamı yorar. Bu dünya buna değmez, sen bir ihtiras besleme" bunu da unutma
Ve bazen bir pencereden bakmak isterler bir arada ve çoğu sadece aynı odadalar diye tesadüfen insanlar. Bunlar için ne demiş olabilir Nietzsche "Yakınlarınız için çabalar ve güzel sözler bulursunuz. fakat ben size derim ki: yakınınıza olan sevginiz bizzat kendinize olan fena bir sevginizdir.....deli şöyle der: "insanlarla temas karakteri bozar, hele insanın karakteri olmazsa" birisi en yakınına kendisini aradığı için, diğeri kendisini yakınında kaybetmek için gider.....hatta beş kişi yan yana olsanız yine ölenin bir altıncı olmasını dilersiniz.".
Bu sözleri baz olarak aldığımız zaman ilişkilerin çoğunun bireylerin korkaklığını ortadan kaldıramayan ve eksikliklerini örtbas etmek amacıyla kurdukları bir tiyatro sahnesi olarak sahte ve tiksindirici görebiliyor muyuz acaba? Üstelik kendinden olmayana duyulan yersiz ve haksız bir feda etme dürtüsünü alevlendirdiğini anlayabiliyor muyuz?.
Oysa "yukarıya doğru çıkmak istiyorsanız kendi ayaklarınızı kullanın. Kendinizi taşıtmayın. yabancı sırtlara ve kafalara binmeyin" derken Nietzsche size mi öğüt vermişti zamanında ve onların malum sürü psikolojisi için ve bunun sonuçları hakkında ne demiş "sürülerini gayretle ve haykırışla köprülerin üstünden sürüyorlardı. sanki istikbale yalnız bir tek köprü varmış gibi. gerçek, bu çobanlar da sürüye dahildirler…yürüdükleri yola kan işaretleri yazıyorlardı ve delilikleri onlara hakikatin şahitlerinin kanla ispat edilebileceğini vehmettiriyordu. halbuki kan, hakikat şahitlerinin en kötüsüdür. kan, en temiz bilgiyi zehirler ve kalplerin kini ve vehmi haline getirir."
Peki ya yalnızlık. çok kötü bir şey değil mi. kötü değil ama zor bazen ki nietzsche şöyle buyurmuş “fakat bir vakit inziva seni yoracak, bir vakit gururun eğilecek, cesaretin kırılacak ve "ben yalnızım" diye bağıracaksın…onların üstüne çıkıyorsun: fakat sen çıktıkça, hasetin gözü seni o nispette küçük görür. fakat en çok kin beslenen uçandır….yalnız kalana haksızlık ve kirlilik isnat ederler. fakat kardeşim yıldız olursan bu sebepten onlara daha az ışık göndermemelisin".
Yani evet ne kadar yüksekteysen uçmak bilmeyene o kadar küçük gözükürsün ama bilmezler ki yıldızlar ancak onlara hayat verendir ve onların bunu bilip bilmemesi senin cahilce tavırlara bürünmene mazeret olamaz. Bakmayı öğrenen gözler şairin dediği gibi yıldızların köşeli değil yuvarlak olduğunu elbet bir gün görecekler. Ve unutulmaması gereken bir şey de "Bazı insanlara elini değil pençeni uzatmalısın. İsterim ki pençende tırnakların da olsun. Fakat rast gelebileceğin en kötü düşman, daima kendin olacaksın. Mağara ve ormanlarda seni takip eden bizzat kendinsin. Yalnız olan sen kendine gidiyorsun ve yolun senden ve senin yed şeytanından geçer. kendinin cini, perisi, falcısı, delisi, şüphecisi, uğursuzu ve fenası olacaksın". Yani yalnızken yapacak çok işin var aslında. Canım sıkılır diye korkma.
Ve gözlerimizi körleştiren diğer şeyler. mMsela sonu gelmeyen bilgisizlik, zaaflar…"Biz pek az şey biliriz. ve güç öğreniriz. onun için yalan söylemeye mecburuz…çok az şey bildiğimiz için ruhça züğürt olanlarda hoşumuza gider. hele kadınlar!" ..işte insanlar hep içlerindeki boşluğu doldurmak için zahmet etmek yerine gazete kağıtları tıkıştırdığından olsa gerek baktıkları şeyler de görmek istedikleri olur genelde. Misal kendince güzel bir kadına baktığında sadece o güzellikten dolayı o kadını diğer tüm kötü özelliklerinden muaf edip "güzel" diye tanımlar. ondan gerisi boştur onun için. Ama bilemez ki insan düşünmeye meyleder ne kadar kaçsa da bundan. ve gün gelip düşünmek zorunda kaldığında -şu veya bu sebepten- gözleri açılacaktır ama uzun süredir kaldığı mağaradan yeni çıkmış bir adam gibi hemen elleriyle gözlerini kapatmak istese de o ışık onu rahatsız etmeye devam edecektir. ve bir gün pişman da olacaktır ama "pişmanlık , köpeğin taşı ısırması gibi bir şeydir. budalalık yani".
Peki görebildiklerimizden fazlasını görmek istersek ne yapacağız. Öncelikle "ah kalplerinde metanet ve aşırı cesaret bulunanlar daima azdır. böylelerin ruhu sabırlı olur, ötekilerse korkacaktır". Korkaklığı yenerek yola çıkacağız. "ve insanların arasında kim temiz kalmak isterse kirli su ile de yıkanmayı bilmelidir" suya sabuna gerekirse çamura dokunacağız.. Kibirden arınmak için gerekirse kendimizle dalga geçeceğiz ve bir gün birileri bizi kor alevlere atsa da küllerimizden dirilmeyi öğreneceğiz. ve her şeyden önemlisi "derin düşünen kimse, nasıl davranırsa davransın ya da yargılasın, her zaman haksız olduğunu bilir" unutmayacağız. Çünkü insan geçilmesi lazım gelen bir şeydir.
Not: Ocak 2005'te Ekşi Sözlük'e yazdığım yazı idi. Tarih, tekerrür, hatırlatma vs gibi sebeplerden naftaliniyle birlikte atıverdim gözünüze.

23 Ağustos 2008 Cumartesi

abuklamname 2

Cehennemden Çıkan Çılgın Galatasaraylı Türk olarak bu gün de hayat(ım)a dair bi takım tespitlerim oldu hemen ileteceğim;

Öncelikle benim gibi kendi halinde yaşayıp giden bir insanı götü kalkık biri zannedip üstüne de kendini bir bok zanneden ve boktan mütevellit varlığını bir şekilde başkalarına, hatta bana kabul ettirmeye çalışan insanların hepsinin ağzına sıçayım(Bu kısım tamamen serbest akış alışkanlığının çıktısı olarak ele alınabilinir, oluo öyle)

Yaz denizde yüzerken güzel, sokakta bi yerlere koştururken değil (Genel kabul görmüş evrensel gerçekler kısım 2'den)

İnsanın blog yazması kadar gereksiz çok şey var ama bu da son derece gereksiz.

Bir gün "Dünyayı kurtarayım" derken öteki gün "Sikmişim dünyayı" demek eğlenceli.

Herhangi bir insanın diğerini gerçek anlamda sevmesi (zaafı veya ihtiyacı sevgi sanan hıyarlara gönderme yapacaktım ama gönderilmiş sayılsın) insan ırkının doğasına aykırıdır. Zaten hem sevme, hem sevilme özellikleri taşıyabilcek herhangi bir canlı türü imal olunmamıştır.

Her şeyi savaşma ve ganimet edinme olarak algılayan agresif zavallıları, agresifliğimle değil alaycılığımla evlerine gönderdim durdum. Bunu farklı bir şekilde algılayan hıyarları da burada andım bu şekil.

Şimdi hazır kusmaya başlamış yaralı ceylan olarak algılanırken şunu da eklemek istiyorum. Aslında arayabileceğin ve bulabilceğin herhangi bir şey yok bu hayatta. Icon adventure değil oynadığın. Kıçını kaldırabiliyorsan yap istediğini, başkası olma kendin ol, kafamı attırma!

17 Ağustos 2008 Pazar

Hancı diyalogları

-Nerde hata yaptım George biliyor musun?
-Çok içtin istersen eve git.
-Yeterince kusmadım, hep yutmaya çalıştım ondan oldu.
-Bence evde kus

******

-George sen hiç bir kuleden aşağı baktın mı? Kuş sandın mı kendini mesela?
-Benim muhabbet kuşlarım var. Kımıl kımıllar. biri mavi biri yeşil.
-Olmuyor George olmuyor.

******

-George bazen düşünüyorum sonra "Ne düşüneceksin" diyorum ama o da bi düşünme çeşidi oluyor.
-Valla kiraya zam yaptı pezevenk herif işte ben de ona taktım.
-George barınmak çok temel bir mesele.
-Diyorum zate evin temeli boktan. Bi deprem olsa.
-George bazen hangimiz sarhoş anlamıyorum.
-Ben içmem abi. Müslüman oldum hapisteyken zati.

******

-Bazen konuşmak istiyorsun tek bir kelime yok söyleyeceğin.
-Sen konuş ben dinlerim.
-Ne söyliyim abi?
-Orhan babadan söyle abi "Batsın bu dünya"
-Çok farklı coğrafyaların havasını soluyoruz George
-Gel sen buraların havası güzel abi
-Ahaahaha...
-Espri yaparım ben çok güzel. İlkokulda müsamerelere çıkardım.

*******

-George bi gün de neşeli olayım beah.
-Sen hep neşelisin de farkında değilsin
-O nasıl oluyor George?
-İşte ben söyleyince oluyor. Söylemesem olmaz.
-Vay çok derin mevzulara daldın aniden.
-Mesnevi okuyorum. Çok derinlik kattı bana.

9 Ağustos 2008 Cumartesi

abuklamname

Hiç çocuk olmayan büyüyemiyor.

Sebepsiz ölüm, koşulsuz sevgi yok.

Herkes yabancı, gerçekler hayal.

Karga tulumba dünyaya atılıvermiş insanlar ne yapsın?

Tuzakların en korkunçlarını kendine kurmuşlar.

Sokak lambasız, pis kokulu yoldasın. Yoldaşların sadece lağım fareleri.

Canını acıtman mı, acıtılman mı daha acıtıcı?

Kürek mahkumu gibi dakikaları sayarken şarkı söylemek zor.

Yeni, her zaman gözüktüğü kadar yeni değil.

Ezberlerini bozacak bir mektubu posta kutuna atan yok.

Kusmak çok doğal ama istemiyorsun.

İstemediklerin, istediklerinden çok.

Sen çoksun bir o kadar da az.

Onlar kalabalık ve gürültü her zaman ses değil.

Görebildikleri kadarsın ve röntgen cihazındasın.

Bir bacak koparmak veya göz oymak ne kolay.

Değneklerini sopa sanıyorlar.

6 Ağustos 2008 Çarşamba

million dollar baby



Gavur parasıylan 1 cent etmiyorum farkındayım. Lakin ne vatanperver insanlar var, memleket uğruna canını verecek ama vermese iyi olur tabi. Ne de olsa parasıyla değil mi kardeşim bu can mevzusu da?

Hayır bu arabacıkları özel bir indirimle mi alıyorlar? Kasımpaşalı tüccar misali "Aman kaçırmayalım eşe dosta alalım. Nasılsa arabalar şirketten" gibi bir zihniyet mi var?

Elbet bunca sene gelen geçen yedi, yedirdi de böyle göstere göstere yapacaklarını ben anladıydım Susurluktan sonra.

Evet, vatan uğruna binlerce şehit feda olsun. Ne de olsa cennet garantide tabi. El bebek, gül bebek onlar orada hı hı.

Ama bazıları o kadar şanslı değil ki şansını denemek istemiyor.

Eski cumhurbaşkanı 3-5 görevli götürdü, iki uyduruk araba aldı diye kıyameti koparanlar bu vakit ses etmedi nedense. Netekim o da devlet sırlarına sahip, korunması gereken bir kimseydi belki ama o kadar da üstün başarılar elde etmemiş ki malum düşmanlarımız hain pusularla canına susamamış. Dolayısıyla "million dollar'lık baby" olamamış.

Güzel kardeşim. Kimse sizden "vatana canım feda" edebiyatı beklemiyor tamam. O edebiyatı ancak garibana yutturursunuz zaten. Ama yani göstere göstere filo kurdunuz be anam. Uçak filosu, gemi filosu, araba filosu. Ulen trenler devriliyor bakıyorsunuz araba, gemi oldu mu kaçırmıyorsunuz. Müstahakınızı bulasınız diyecem ama "bi buldurtsalar"la olmuyor o işler belli.

Not: Olayın en komik yanı da biri "Aldık ama sor bak niye aldık" derken, diğerinin "Öle bişi almış felam değiliz" demesiydi. Bu küçük mutluluklar da payımıza düşen işte. Kikikiki gibi.

2 Ağustos 2008 Cumartesi

The silk road project



Efenim bir kısmınız muhtemelen fotodaki kimselerden haberdardır. Biz olmayanlara bir hizmet götürelim die şeyettik, kendilerinden kısaca bahsedeceğiz.

Ömrümü yiyen bir kısım husus var bu hayatta. Öyle sürekli katıldığım bir etkinliktir, aktivitedir olmaz. İzlediğim filmi "Brasil" değilse bir daha izlemem. Ya da nebleyim parkta çekirdek çıtlamam, barda her gece hovardalık yapmam, yapamam. Ama bazı şeyler var harbi ömrümü yiyiyor.

Her otistik gibi öle bir ileri bi geri sallanmalarım bi yana ilk tetrisle başladı zannedersem. Bilimum comp. oyunu ve dahi halen misal brain var şimdi feysbukta. Of serverları çökesiciler. Neyse şarkılar bi de yiyor ömrümü. Led zeppelin kafadan bi beş yılımı yemiştir tahminim.

Fotodaki mavi gömlekli çekik amca da kafasına koymuş demek, "dur birilerinin ömrünü hacıvat edem" demiş. Toplamış bilimum sanatçıyı, ipek yolu güzergahındaki yerel şarkılar türküler dinle dinle doyamıyosun. Git sen klasik batı müziği enstürmanını çal bi köşede kardeşim. Her neyse dünyada böle de bişi var. Çok güsel. Dinleyin, dinletin. Bihassa "Mohini" ve "Gallop of a thousand horses" yediniz lan ömrümü. Bu arada son söylediğim şarkıyı "bi yerlerden biliyorum da çıkaramadım" derseniz kafayolları haritasını takip edip hiç bey'e sorabilirsiniz.

http://www.silkroadproject.org/

Düşmüşlüğe düşkünlük

Düşmüş lafı böyle bir loser gibi ya da lost gibi yani böyle güzel bir laf anlatamadım ama.

Gerçi benim gibi kullanan pek yok heralde bu lafı.

"Kötü yola düşmüş kadın" var misal. Ama böyle de değil. Gerçi bu kadınlara "düşmüş" de derler. Hani böyle artık koca bulamaz, işi bitmiş, beş para etmez, ıslah olmaz bundan sonra gibilerden. Bu parantez içi cümleler düşmüş insana bakış açısı işte. İşi bitmiş.

Düşmüşlüğe gizli bir düşkünlük vardır. Kıl payı yırtma sevincini yaşamak için mi bilinmez, direkten dönen binlerce tehlikeli hareket yapar insanlar. Kenar mahalle gülleri misal. Yani elbette bunlar heyecan arayışı, mazoşizm, yaşamdan sebeplenme arzusudur da. Ben anlatamayacağım gibi ne demek istediğimi:(

Misal bir trajedi çokça beklenmeyen, istenmeyen bir şeydir görünürde. Ama olsun diye de bekler insanlar.

Kaosa düşkünlük vardır aslında. Otobüs devrilmek üzereyken tekrar lastiklerinin üzerine otursa sanki karşıdan izleyenlerde gizli bir keşke devrilseydi, heyecan olurdu beklentisi gözlemlenebilir.

Ya da depremden çok korkulur da arada bir salladı mıydı heyecan olur. Enkaz altında kalsam da ama şöle bir kurtulsam şeklinde hayal kuran çok adam var bence. Olayı aktarış biçimleri, anlatmaları, yansıttıkları duygular o yönde.

İlişkilerde de olur böyle şeyler. Arada bir taraflardan biri çeker bi bombanın pimini. Aşk, aile, iş hepsinde var bu.

Canımız sıkılıyor bu gerçek. Çoğu bundan. Ama bir de sahip olduğu şeyleri riske atma sevdası var. Onları kaybetme korkusundan gibi sanki. Yani kaybetmedim, ben attım. Kovulmadan istifa etmek. Terkedilmeden terketmek gibi.

Bazı şeyler var. Üzerinde çok da kafa yorulacak şeyler değil. Sıkıntıdan onu bunu düşünüyoruz.