29 Mayıs 2007 Salı

Savaş mevsimi açıldı f16'lar sazlıklardan havalandı




Geçtiğimiz günlerde Ankara'da acı bir olay daha tecrübe etmek durumunda kaldık. Malumunuz bir adet canlı bomba, a4 ve vefat eden insanlar, ağır yaralılar. Kollar bacaklar havada uçtu, muhtemelen çoğunluğu apolitik yani kendi kaderini tayin etme hususunda çekimser vatandaşlarımızdı bu kişiler. Ailesini geçindirmek için şehre gelip işportacılık yapandan, damatlık edinmeye çalışanına, her şeyden habersiz, hayat mücadelesini geçinebilmek üzerine kurmak zorunda kalan kişiler. Bir anda savaşın ortasında kalmış gibi patlamayla sarsılan ve yere düştükten sonra bir daha gözlerini açamayan bedenler.

Bakınız burada yüzlerce kişi ve onların aileleri bir takım politik hesapların kurbanı olmuştur. Bu hesapları yapanlar sırası gelir milyonları gözden çıkarır. Zaten hızla böyle bir döneme doğru ilerlemekteyiz.

Son dönemde piyasada neredeyse sokaktaki çocuğun eline düşecek kadar patlayıcı bulunmakta. Birileri habire askeri teçhizatlarını çaldırdıklarından yakınmakta. Nükleer başlıklarına bile mukayyet olamayanlar var. Bu mühimmat elbet çiçeklere gübre yahut yemeklere baharat niyetine kullanılmayacak.

"Terörden korkmayın" mesajı vermedi diye tsk'nın başındaki kişiye ayar vermeye filan kalkanlar çıktı tabi. Bu adamlar öküzün altında buzağ arıyorsunuz deyip öküzün altındaki dinazoru görmezden gelerek işleri hal yoluna koyabileceklerini sananlardandı.

Bakınız terörden korkacaksınız elbet. Terör bu. Her yerde karşılaşabilirsiniz ve de kimden geldiği de belli olmaz. Bu öyle bir oyun alanı ki bu şerefsizler için, bin tane senaryo ile tüm dengeleri yerinden oynatabilirler bu sayede. Ama korkmak illa sinmeyi gerektirmez lakin cahil cesareti de bu gibi durumlarda tavsiye edilmez.

Terörden kimin çıkar sağladığına bakarsak ancak failleri bulabiliriz. Ama birincil çıkarcılar değil. İt ite it kuyruğuna düzeninde ite bakmak lazım gelir.

Dünyada it çok. Ama bu düzeni kurabilecek denli maddi güce sahip ve bir o ölçüde de kahpe it sayısı o kadar da çok değil. Yani neymiş adres az çok belli.

Peki bu itle mücadele verilen gazı alıp, mal gibi kendini ortaya atmakla mümkün mü? Efenim ateş olsan ne kadar yer yakarsın önce bi buna bakmak lazım. Ama öyle dev aynasında filan değil. Bildiğin boy aynasında. Baktın bu iş yaş, bildiğin macera o zaman stratejik davranacaksın. Onda balyoz varken sen tornavidayla koşarsan olmaz. Gideceksin alet takımında başka kimler var, kaçı bu balyoza gıcık bir araştıracaksın.

Bakınız mahallede ağır abi çok. Yani harbi ağır abi. Öyle çok güçlüyüz modunda geçinip tırsıklıktan ayasofyadaki güvercinlerin kıçındaki boklardan başka bir şeyle uğraşamayanlar değil. Mahallenin piçine de diş biliyorlar. Ve belli ki bu iş böyle gitmez. Zaten herif de kaşınıo. Gelin beni kaşıyın diye olmadık davetiyeler çıkartıyor. Ama uyanık herkesi tek tek davet ediyor. Hani delikanlı olsa adam adama mücadeleni verirsin. Şerefsiz de it. O zaman ne yapacan. Kıstıracan bi köşede. Dağıtacan ağzını burnunu. Çünkü belli ki laftan edepten anlamıyor, belli ki barıştan, huzurdan haz etmiyor. Belli ki ekonomik bunalımının yoksullukla sonlanacağının farkında. Belli ki fakirleştirdiği ülkelere dönüşmekten deli gibi korkuyor. Belli ki saldıracak. Belli ki mahalle kavgası başlamak üzere. Şimdiden tarafımızı seçmeliyiz. Öyle mahallenin delisi gibi elde baston herifin üzerine koşmakla olmaz.

Ayrıca ördekler çok güzeldir. Ben de ördeğim.

26 Mayıs 2007 Cumartesi

Ahmaklık zanaati




Ahmak olmak mı, bir ahmakla uğraşmak mı hayatı daha güçleştiriyor tam olarak bilemiyorum. Yine de zaman zaman ahmaklıkla iştigal etmişliği olan biri olarak gayet sıkıntılar çekmiş olsam da, kimse kimseyi ahmakla ıslah etmesin derim.

Bir ahmakla karşılaşma olasılığınız sabah aynaya bakmanızı da göz önünde bulundurursak epey bir yüksektir. Zaten unutmayın. Sizin için sizin kadar tehlikeli başkacana bir mahlukat yok.

Bir ahmağı en kısa sürede tanıma ve ondan korunma yöntemleri nelerdir? Bakınız bunlar mühim meseleler. Gerçek hayatta asıl bunlar işinize yarayacak. Lakin müfredata koymuyorlar. Zaten eğitim de sakıncalı bir şey. Ayrıca köpekleri de rahat bırakın. İstedikleri yere işesinler.

Bir ahmağı tanımak zor değildir. Genelde "Ben ahmağım" diye bağırır bu tipler. Sizin de ahmak anınıza denk gelmezse yahut iyi niyet falan filan gözünüzü körleştirmezse bunda sıkıntı yok. Yine de misaller vereyim de belki ahmak anınızda hafızanız filan devreye girer.

Bir ahmak kesinlikle ne düşüneceğini bilemez. Zaten düşünemez de. Düşündüğünü sandığı şeyi ya aslında düşünmüyordur ya da bunu daha önce düşünmüş birinden kaptığı halde kendi düşündü sanıyordur veya zaten o düşündüğünü az sonra unutacaktır ama yine de inatla bu düşünceyi karşınıza geçip savunabilir. Bu gibi durumlarda ne yapmalıyız? Elbet sukunet. Elbet sabır. Ama nereye kadar? Ben ahmaklara karşı bağışıklık sistemi gelişmiş biri olarak açıkçası herhangi bir çaba göstermiyorum. Yani genelde ışık hızıyla Kasımpaşa civarlarında oluyorum bu durumlarda. Ama hani yeni başlayanlara tavsiyeler vereceğiz elbet.

Bir kere adrenalin pompalayacak elbet vücut. Bir ahmağın bir numerolu vazifesi de budur. Karşı tarafın vücuduna adrenalin mesaisi yaptırmak.

Bakınız adrenalin hoş bir şeydir. Yeri gelir bağımlılık yapar. Ama ekstrem sporlarla uğraşabilirsiniz bunun için. Ha bana sorsanız adrenalin bağımlılığı da incelenmesi gereken bir konu ama yine de gidin riskli bi bişiler yapın. Yani nebleyim. Ahmakla uğraşıp katil olmayın kısaca.

Velhasıl adrenaline bir dur demek için ne yapıyoruz. Öncelikle oksijen şart. Derin nefes alın. İçinizden "Bir mumdur, iki mumdur" şarkısını icra edin. Olmadı Aysel Gürel ile Brad Pitt'in seviştiğini hayal edin. Yapın bir şeyler. Konsantrasyonunuzu dağıtın. Kaçırdığınız bir şey yok. Bir ahmak ömrünüzü çalıyor, adrenalinlerinizi heba ediyor. Az kaldı. Sonsuza dek süremez bu işkence.

Bir ahmağın muhakkak rutinleri vardır. Genelde aynı şeyleri yapar. Aynı olaylara aynı tepkiyi verir. Refleksleri kısıtlıdır. Bu kendini yinelemeler muhakkak her aklı başında insanı bir süre sonra sıkar. Yorar. Ama bu ahmaklarla bir arada yaşamak zorunda kalabilirsiniz. Yani ailenden olabilir. Komşudur kimi zaman. Bazen iş arkadaşı diye dötünü sokmuştur hayatına. Ne yapacaksın peki? Hayır o baltayı bırak bir kenara. Bir film izlediğini düşüneceksin. Ahmaklarla dalga geçen bir film. Soyutlayacaksın o ortamdan kendini. Evet reddet. Deliliğe vur. Hepsi absürd-komedi. Zaten şaka gibi adam. Ne takıyorsun kafana. Kahkayla boğamıyacağın trajedi yok. Güçlü ol.

Ahmaklar yapışkan olur biliyorum. En büyük sıkıntılardan biri de bu. Dedim ya rutinleri var. Sen de onun rutini olmuş olabilirsin. Hafızasında yeni isimler, yeni olaylar, yeni şeyler için yer yok adamın. Bir kere seni hatırlayabildiyse yandın. Yapışık bir ahmaktan nasıl kurtulacağız?

Yapışık ahmaktan kurtulmanın en iyi yolu ona başka bir ahmak bulmaktır. Bu adamlar bildiğin ahmak. Bunlarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynayabilirsin. Kafaları hep karışık zati. Düşünemeyen adamın kafası karışık olur. Bazılarının karışık bile değil. O derece boş. Ama onlar çok dert olmazlar. Onlara da geliriz. Neyse. Bu adamlar çabuk gaza gelir. Dikkatleri de çabuk dağılır. Ne yapacan? Gidecen bir ahmak daha bulacan. Tanıştıracan bunla. Ama aralarını da kötü edecen. Hedef saptırmak en iyisi. Yoksa tırsıktırlar da. Yani höt zötle de kendinden uzak tutarsın ama hafızalarına güven olmuyor. 5 yıl sonra bile sokakta karşılaşırsın. Tam algılayamaz. Halkaları birbirine takamaz ama anımsar seni. Eyvah. Sıfırlandı her şey, yeniden başlıyor hikayen. Unutturman lazım kendini. Yeni maceralara yelken açmalı bu adam.

Bir ahmak sadece sana yapışmaz. Etrafındakilere de yapışır. Aile boyu kola misali gazlı gazlı buzdolabınıza sızmaya çalışabilir. Aslında sevgi, ilgi filana muhtaçtırlar. Ama sakın başını filan okşamayın. Unutmayın en kötü ahmak sizi seven ahmaktır. Dolayısıyla gerekli kişileri uyarın. Önyargı oluşsun kafalarında. "Bu ahmaktır" deyin. Gerekirse ahmağın koluna işaret takın. Farketmez o. Nişan taktınız sanır hatta teşekkür eder. Neye ne tepki vermeleri gerektiğini bilemez bunlar. Bilinçsiz develer.

Ahmaklara acımayın. Bakın bu onların en çok kullandığı yöntemlerdendir. "Ama ben var ya ühühüüh" gibi şeyleri çok yapar bunlar. Diyorum ya tüm telaşeleri ilgi çekmek, biraz sevgi falan filan. Sakın ama sakın kendilerine yüz vermeyin. Çünkü bilinçsizler. Unutmayın "Abdal ata binince bey oldum sanır, şalgam aşa girince yağ oldum sanır" (tarihimizde kötü niyetli pek çok söz edilmiştir lakin anlamına bakınız) Velhasıl en az sizi seven ahmak kadar tehlikeli bir başka ahmak da götü kalkmış ahmaktır. Dikkat. "Ben çok iyi insanım" ve "başıma neler geldi biliyor musunuz?" gibi şeyler söylemeye başladıklarında siz Niagara şelalesinde hula hula dansı yaptığınızı hayal ediyor olacaksınız.

Evet pek çok öğüt verdim. Bilgilendirdim sizi. Ama dediniz ben uğraşamam. Döverim. Ona da saygı. Velhasıl ben de ahmaksavar olduğum kadar ahmakdöver bir insanım. Tek korkum mazoşist bir ahmağa denk gelmem. Zira böyle bir huyları da mevcut.

Son olarak asla ve asla bir ahmağa laf anlatabileceğinizi zannetmeyin. Anlamış gibi yapabilir. Bir iş başardım sanabilirsiniz. Anlamaz. Şansa anlasa beş dakka sonra unutur. Velhasıl ahmakla münasebet sizi ancak ve ancak delirtir. Mümkün olduğunca temastan kaçınınız. Neyse. Bir yazı da burada biterken size konuyla alakalı bir link de veriyorum. İyi şanslar.

http://www.kickingames.com/theidiottest/showgame.asp

11 Mayıs 2007 Cuma

Sinir krizinin esigindeki kadinlar





Orjinal adı "mujeres al borde de un ataque de nervios" olan 88 yapımı almodovar yapımı bir film oluyor kendisi. Lakin biz bu filmi hemen her gün çekmekteyiz. Kadın milletinin işi iş değil. Zor yani. Bana zor geliyor ya da bilemiyorum. İnsan olmak zaten kasıyor, kadın olmak tuzu biberi oluyor.

Efenim film harika. Yani Almodovar'un henüz boşa attığına şahitliğim olmadı. Başına gelen trajik olaylarla ancak dalga geçerek baş edebilen kişilerden biri olarak bana da epey bir hitap etti. Gerçi filmde kimse kendiyle dalga geçmiyor ama izleyiciler epey bir gülüyor olana bitene. Zaten tüm başımıza gelenler de genelde traji-komik.

Kurgu, sahne tasarımları ve dialoglar her zamanki Almodovar filmleri gibi ince düşünülmüş, müthiş.

Absürd mizahın hastası olanlar da filmde çok şey bulacaktır.

Hele bir taksici detayı var ki kendisi sanki "the naked gun" setinden kaçmış gelmiş. İnanılmaz sempatik.

Filmin adına bakıp da kağıt mendillerini hazırlayanlar epey bir şaşıracak diyeyim son olarak.

Peki nolcek bu kadın milletinin hali? Bence böyle giderse hepimiz hepten çıldıracağız ama "ladies first" o kesin.

Bu filmi bütün erkekler izlemeli. Bir kadının neler yapabileceği ya da yapamayacağına dair pek çok ipucu var.

Aslında gün gelecek ve ben de bir anda o "her şeyle başedebilirim peh" tavrımı bir kenara bırakıcam ve parti başlayacak. Baltayla kovalayacam ulen hepinizi ehehhe...

10 Mayıs 2007 Perşembe

Tetris




Efenim ömrümü yemiş oyunlardan birisidir kendisi. Çıbık beklediğim süreleri hesaplasam şimdi "vah gençliğim çürüdü" diye içlenirdim ki beklemesem ne olacaktı sanki. Çıbık daima vatandaşa zati. Beklesek de beklemesek de.

8 Mayıs 2007 Salı

Türkün eurovisionla imtihanı




Bu sene Helsinki'de nasip olacak olan eurovision muacerasını helecanla beklemekteyim. "Neden?" denirse ben şahsen eurovision olayını aşamadım daha hala. Küçüktük, bebeydik. Eurovision yapılan geceyi yılbaşı misali çekirdeğimiz, gazozumuzla tam tekmil bekler idik.

Türkiye elemeleri ayrı heyecandı. Gazeteler finalist şarkıların efenime söliim icracılarını, söz ve müziğini yapanını edenini tanıtır, şarkı sözlerini bir güzel listelerdi filan.

Türkiye finalinin yapıldığı gece oturur izler, şarkıların musikilerine kulak aşinası olur, ertesi gün apartman bahçesinde toplaşır, gazetelerdeki şarkı sözlerini elimize alır, kendi eurovisionumuzu yapardık. Misal söle bakiim "halley"i desenize daha hala elimde evden getirdiğim saç fırçası, en süslü elbisem, saçlar tırpalanmaktan yolunmuş vaziyette kırıtmak suretiyle dans eder, icramı beğeninize sunabilirim. Ama sunmam zira henüz balataları hepten sıyırmadım.

Velhasıl apartmanın pencerelerinden sarkıp "yeterin artııık kafamız şişti" diyen komşulara çok şey borçlusunuz. Sahne hayatım başlamadan bittiyse onların sayesindedir.

Gelelim 2007'ye. Efenim saolsun youtube bütün finalistleri beğenimize sunmuş bulunmakta. Ben de doğal olarak oturdum mal gibi hepsini tetkik ettim. Netice?

Netice şöyle. Son yıllarda bilhassa Bosna ve Sırbistan'ın performanslarını bekliyorum (Romanya da iyi) çünkü anladığım kadarıyla eurovisionu ciddiye alan bir ben bir de ahan da bu ülkeler kalmış. Birbirleriyle de rekabet halinde olmalarından da kaynaklanabilir ama geçtiğimiz sene Bosna ondan önceki sene ise Sırbistan harikaydı. Bu sene sıra yine Sırbistanda sanırım. Gayet güzel bir ses ve şarkıyla katılıyorlar. Görsellik mevzusuna takılmazlarsa şansları yüksek gibi. Bulgaristan da atraksiyonlu bir şeyler yapmış. O da güzel. İspanya şu bu bildiğiniz gibi. Pek bi değişiklik yok.

Gelelim Türkiye ve Yunanistan mücadelesine. Efenim yunanistanlı şarkıcı pek bir heyecanlı. Yarışma gecesi şarkısının sözlerini dahi unutabilir. Kenan ise bildiğimiz Kenan. Rahat. Şarkısı eğlenceli, güncel, danslar filan. Tabi Türk musikisine bir katkısı olmayan, telefon melodisinden öte bir misyonu edinemeyecek bu şarkıyı bol şovla süslemek lazım. Mevcut şov yeterli değil. Belki sürpriz şeyeder. Du bakalım. Neyse çok heyecanlıyım. Anlatamam. eheh...

3 Mayıs 2007 Perşembe

Fors kapanın elinde kalırsa


Memlekette havalı adam çok. Herkes bu kadar havalı, bu kadar güçlü, bu kadar hırslı olunca da kavga bitmez elbet.

Evet bizim asıl sorunumuz da bu aslında. Mazlum ayağına yatıp hafif palazlanınca cakalarından yanına yaklaşılamayanlar, disiplin ve ciddiyetleri ve de görevlerindenmiş gibi göstermeye çalışsalar da ellerindeki silahlarından gücünü alanlar, bıçkın delikanlıyım ayağına yatıp bir insanın canını alırken kahpelikte sınırları zorlayanlar falanlar filanlar.

Hani hep alçakgönüllü, mazlum derler ya yok abicim havalı milletiz biz. Solcusu ezilenin yanındayım der gider cahil görür, horl görür ezileni, hani "sizin yüzünüzden böyle" diye birilerini suçlar ama gizliden hatta ayan beyan havalara girer. Sağcısı ezilenleri ihya edicem der, ezilenin elindeki avucundaki üç kuruş paraya bile göz diker, söğüşler. O paracıklarla biner mersolara hava atar.

Şimdilerde kim daha havalı mevzusu o kadar büyüdü ki memleket meselesi bile oldu sonunda. Birileri fazla havalandı çünkü. Birileri kendilerini herkesin, her şeyin üstünde görmeye başladı. Doğal olarak başkaları devreye girdi. "şşşt sen bizi unuttun herhal" diye hatırlatma yapıyorlar bir bir.

Günümüzün mevzusu ikinci cumhurbaşkanlığı savaşı. Bülent Arınç gaptırmam demekte ısrarlı. Lakin Sezer ona "o iş yaş güzelim" dedi bile. Belli ki adamların seçime kadar bile tahammülü yok. Artık ne yapacaklarsa o süreç içersinde. Türkiş başkanlık sistemi çalışmalarına mı halal gelicek nedir.

Bu gün seçim kararı almış bir hükümetin gelecekle alakalı çok önemli mevzuları kısa bir süre içersinde oldu bittiye getirme çabalarını da gözlemliyoruz. Aslında erken seçim kararını alan da onlar değil yani doğal süreç zaten o yöne gidiyordu ama hava atma mevzusu işte. Obsesifleşmişler hepten.

Efenim neymiş, halk seçecekmiş cumhurbaşkanını, duruma göre 5+5 olabilirmiş cumhurbaşkanının görev süresi, 25 yaşında vekil olabilirmiş vatandaşlar falan filan.

Yani bu adamlar gündem manyağı yaptılar bizi. Her gün önümüze bir kemik atıyorlar biz de kemirip duruyoruz.

Ah be gözüm. Durum meydanda. Adam hazırım diyor. Alırım seni aşağı, bi rahat dur diyor. Sen daha hala kaşınıyorsun.

Bakınız bazıları cırlıyor. Efenim demokrasimiz yaralanıyormuş. Yahu düşüninki demokrasi bir adam. Bu adamın peşine bir kiralık katil takılmış. Katil işini bitirmek üzere. Adamın evine kadar girmiş. Polis ihbar almış. Evi basıp adamı kurtaracak. Siz daha hala diyorsunuz ki "olmaz bu haneye tecavüze" girer. Ananız size ne yedirdi içirdi sizi büyütürken merak içersindeyim.

Şimdi her işi kitabına uydurur yaparız diyenlerin arenasındayız. Bazıları da diyor ki kitap mitap tanımam kafamı attırmayın vururum balyozu kafanıza.

Hiç kusura bakmayın ama bunca zamandır olana bitene seyirci kalanlar, bunlar meydanı boş sandığında neredeydiniz. Ben de bu ülkede yaşıyorum. Meydan epey bir vakittir boş da aslında. Kadrolaşma o derece azıttı, sistemin organları o derece cıvıklaştı ki bu gün yaşadığımız her şey münferittir diye geçiştirilmeye çalışılıyor ve yesek de yemesek de zorla yutturuluyor.

Ülkede ekonomik atılımlar yapılıyormuş diye bir de göz boyanıyor. Doğrudur lale piyasası epey hareketlendi. Nerden geldiği belli olmayan bir para akışı da var tabi. Onlar bizim cebimize girmiyor ama olsun. Yahu o kadar sattık savdık yine de gırtlağımıza kadar borca
battık, borcu borçla ödüyoruz. Faizin günahı da bizim defterimize yazılıyor.

Velhasıl efendiler diyeceğim odur ki fors kapanın elinde kalmaz. Bir kere her şeyden önce balyoz var tepemizde. Ben derim ki kaşınmayın. Ha "olmaz öyle şey ben demokrasi şehidi olurum gerekirse" diye daha hala göz boyama çalışmalarınıza devam ederseniz gazanız mübarek olsun. Bana giren çıkan olmaz. Sonuçta ben bireyselci takılan bir insanım. Öyle tüketim manyaklığım yok misal, ya da başkalarının utançlarını da kendime dert edinen biri de değilim. Zaten evde takılmayı seven biriyim. Hani hapse atsalar misal orda da takılırım, otistik eğilimlerim var neyseki. İşkence olayına girerlerse misal o zaman sıçtık gerçi de kim beni ne yapsın o da ayrı. Tam da ab'ye girecektik tüh diyen enayilere de diyeceğim şudur ab gitsin kendine girsin.

Özgür olmayı kendine yakıştıramayan, özgür olunca ne yapacağını şaşıran insanlar üretti bu kültür. Bu kültürün değişmesi de kolay değil. Despot bir yönetimle de öğretilemiyor özgürlükler, demokrasi maalesef. Despot yönetimlerde bu yönetimi kendi çıkarına kullanacak küçük ağalar, baronlar da türeyecektir. Bu da değneğin öteki ucu işte.

Hangi ucunu istiyorsun diye soran yok neyseki. İşte zaten böyle bir rahatlık vardır esirlerde. Karar almak zorunda değildirler. Ama alınan kararların sonuçları direk onları etkiler.

Velhasıl hepimiz kendimizi her ne sanırsak sanalım tutsak alınmış, esirlik işiyle iştigal eden bireyleriz. Ne zaman ki kafamıza ampul sokmaya çalışanlara kafamızdaki şimşeklerle karşılık veririz, ne zaman ki bize silah doğrultana "bi kere indir o silahı, sen bana hizmet etmekle yükümlüsün" deriz ve ekleriz "bir gün sana ihtiyacımız kalmayacak" işte o zaman değneksiz, balyozsuz, zincirsiz günler başlar.

1 Mayıs 2007 Salı

1 Mayıs 2007 Katliamı




Bu gün İstanbul'da bazı insanlar eminim şu sözleri söyledi "başlarım sizin 1 Mayısınıza ebemiz mikildi" vs. Tabi hem söyleyene hem söyletene bakmak lazım.

Sene 77. Daha güzel bir dünya mümkün diyen beşyüzbin emekçi (tabi şimdi olsa binbeşyüz kişi diye ifade eder bazıları) taksim meydanında toplanmış. Pek çok kez konuşuldu ama tekrar dillendirmek lazım. Bu insanlar hiç beklemedikleri bir anda pek çok yerden kurşun sesi duymaya başladı. Çoğu daracık, üstelik önceden kamyon ve el arabalarıyla çıkışı kapanmış kazancı yokuşuna doğru koşmaya başladı. İddialara göre kurşunlar sular idaresi binasının tepesinden, bir eczanenin üst katından, bir otelden yani önceden hesaplanmış planlanmış yerlerden atılmıştı. Neticede çoğu izdihamdan, bir kısmı kurşunlardan, biri de panzer altında kalarak canından oldu. Bir kişi ya da otuzdört kişi fark etmez ama otuzdört insanımız bu kahpece hazırlanmış tuzağın kurbanları olmuştu. Failleri halen meçhul.

Sene 2007. Senelerdir anlamsız bir biçimde, her çeşit kutlama, organizasyon ve türlü mitinglere ev sahipliği yapan Taksim'de 1 Mayıs kutlamaları nedense yasak. Sebep güvenlik sorunu desen mümkün değil. Zaten yılbaşında canlı yayında kadına tecavüz edilen bir yerde o sorun çoktan kronikleşmiştir. Asıl verilmek istenen mesaj 1 Mayıs'ı kutlamak demek eşittir anarşiklik.

Zamanında o kadar çok korkmuşlar ki sol kesimin devleşmesinden hala aynı kabusları görüyorlar geceleri. Ya güçlenirlerse. Ya emekçiler haklarını almayı başarırsa. Ya tıkırında giden işlerimin başına bir hal gelirse.

Bakınız bu gün İstanbul'da yaşanan sıkıntı aslında hala bir güç savaşı ve halkı emekçinin bayramından soğutma girişimidir. Resmi tatil olması gereken bir günü her sene işkenceye dönüştürme gayretidir. Emekçi sınıfını, sendikaları, halkı açıkça itham etmektir. Üç beş pankart, iki molotof kokteyli yakalayıp ya da yakalamadan -bilemiyorum işte artık- halka gösterip "bakınız biz sizi kurtardık" deme komedisidir. Bütün bunu başarmak için de bütün trafiği dondurmak, ordu gibi polis yığmak, panzerle, tanklarla önlemler almaktır hatta resmen sıkıyönetim ilan etmektir. Yahu sanırsınız taksim meydan muharebesine gelmiş persler karşılarında da 300 spartalı. Hani durum öyle vahim ki. Film olsa gülmekten kasılır kalırdım.

An itibariyle 580 kişi gözetim altında imiş. Vali beyimiz böyle buyurdu az önce televizyonlarda. Onları gözleyeceğinize açın gözünüzü meclise bakın. Asıl sabıkalı adayları ahan da orda oturuyor karpuz gibi sere sere.

77 yılında dediler ki solun iç hesaplaşmasından oldu olanlar. Yok tkp, yok maocular falanlar filanlar. Ben maocuların meydana panzerle geldiğine dair bir kayda rastlamadım. Ya da polis aracı ve kıyafetleriyle halkı taramaya kalkacaklarını hiç sanmıyorum.

Şimdi solun o görkemli günleri mazide kaldı. Halk öyle veya böyle uyutuldu. Elbet hala cin gibi gözük açık olanlar var. Son sözüm de onlara. Bakınız fraksiyon mraksiyon ben anlamam. Anlamam derken hiçbirinize katılmıyorum o ayrı. Lakin o gün bir şekilde ortak paydada, en azından temel noktalarda birleşmiş beşyüzbin kişi o meydanda toplanmıştı. Sene 77 dikkat buyurun. Bu gün kaç kişi olmalıydık fakat kaç kişiyiz bir sayar mısınız? Elbet üzerinde en çok oyun oynanan, en yıpratılan kesim her zaman soldur. Çünkü mevcut dünya düzeninin en büyük düşmanı bu uyanık, aydınlanmış insanların birleşmesidir. Önemli olan bu düzenin yıkılmasıdır ilk planda. Elbet yerine konacak olan da önemli. Ama hele bir el atın da yıkalım ki yenisini yapabilelim. Yenisi her neye benzerse benzesin şimdiki kadar çirkin olamaz. Solcular göreve. Sağcılar rahat. Orta yolcular, ben size ne diyim.

Şişli Meydanı’nda üç kız
biri Çiğdem biri Nergis
vuruldular güpegündüz

sorarlar bir gün sorarlar...
Sabahın bir sahibi var
sorarlar bir gün sorarlar...
biter bu dertler acılar
sararlar bir gün sararlar

bindokuzyüzyetmişyedi
unutulmaz yılın adı
bir Mayıs bayramı idi
beşyüzbin emekçi vardık
Taksim meydanı’na girdik
öyle bir İstanbul gördük

Ruhi Su

http://www.youtube.com/watch?v=y8uZq9MamlY
http://www.youtube.com/watch?v=EDLnHQbaPrw