30 Nisan 2007 Pazartesi

Sessiz çoğunluk korosu


Kedi ve çocuk resimlerinden sonra elzem olan bir başka resim nedir deyince akla ne gelir? Atatürk elbet. Evet, Atamızın askere çağıran Sam amca benzeri bir pozunu uygun gördüm günün önem ve anlamına değinmek için. Elde bayrak meydanlara koşanlardan bir bukle de sunabilirdim. Lakin bu daha güzel oldu gibi. "Atatürk seni meydanda görmek istiyor" mealinde falan işte.

Ama aslında işaret etmek istediğim hususlar bu kişilerin bunca zamandır nerelerde olduğu, neler yaptıkları, bir kere de yumurta kapıya dayanmadan işleri hal yoluna koyamayacakları mı sorusu gibi şeyler. Neticede aylardır hatta uzuuun yıllardır bu ülkede bir şeylerin ters gittiği ortadaydı. Bir ara tencere tava şenliklerinde gördüğümüz güzide halkımızı uzunca süredir anca "türbanıma dokanma" eylemlerinden başka bir yerde görememiştik. Nihayet meydanlarda yerlerini aldılar. Ama zamanlama nasıl bir zamanlamaydı böyle.

Aslında bütün samimiyetimle şunu söylemek istiyorum. Şu an hükümet geri adım atma safhasını çoktan geçti. Anayasa mahkemesinden çıkacak karar, erken seçimler şunlar bunlar ayrı mevzu. Lakin bu hükümetin kendilerinin beyanlarına göre halk için icraatlerinin, benim nacizane fikrimce kendileri için icraatlerinin sonuçları öyle kolay kolay temizlenecek gibi değil. Bu gün erken seçime gidilse dahi akp meclise yine güçlü bir şekilde girecektir. Bu sadece oy kitlelerinin büyüklüğünden değil kendilerinin seçim, seçmen listesi, oy sandığı gibi mevzulara olan hakimiyetlerinden de kaynaklanacaktır.

Ancak partiler birleşirse, baraj aşağı çekilirse, koalisyon imkanları olursa bir noktaya kadar iktidar olmaları engellenebilir. Ama akp hükümetinin yaptıkları işleri incelemekle, takip etmekle uğraşacağını vaadedenler o vakit ne ederler bilemem. Geçmişte pek çok vaad verildi. Şu dosya incelenecek, dokunulmazlıklar kalkacak. Ha bu adamlar iki dakka vekil olmasa zaten hayatları hapiste geçmeli de biz hiç öyle bir şey de göremiyoruz. Herkes bir şekilde aklanıyor, aklanamasa yaş haddinden kendi evinde takılıyor.

Peki bunca zaman yapılanlar nasıl düzelecek, atılan imzalar nasıl geri çekilecek.

Ey halkım sen bunlar bunları yapar iken neredeydin. Yani biliyorum derdin çok. Siyasetten tiksinmişssin. Darbelerden darlanmışsın. Ammaa hiç mi aklına gelmez bunların başına geleceği. Bu gün Avrupa'da misal Fransa'da atıyorum metroya zam gelse zilyonlar sokağa dökülürken, sen memleket uçuruma yuvarlanırken anca uçurumun ucunda akıllanıyorsun. Netçez şimdi diye dertleniyorsun.

Elbet her şey için çok geç değil. Yani hükümet değişir, imf'ye rica ederiz "abi bizim dinibütün arkadaşlar saçmalamış, 3 sıfır atıver sen bizim borçtan deriz", ab'ye "sizi de meşgul ettik ama bizim anayasamız size uymuyormuş yeni okuduk" deriz, yabancı sermayeye "abi donumuzda bile sizin hisseniz varmış ama kusura kalma sıçarım ben böyle işin içine" deriz, arap şeyhlerine "sen o towerı al da.. lazım olur belki" deriz, el kadarken kafası sarıp sarmalanmış bebelere "şaka yaptı abiler size, artık korkmanıza gerek yok" deriz, abd'ye "bundan sonra yolunuza katırlarla devam edeceksiniz" deriz, ihtiras tramvaylarında, kahpe pusularda canlarından olan tüm insanlarımızın da mezarlarına karanfil bırakıveririz olur biter. Yani çok da kafanıza takmayın. Ama bir dahaki sefere biraz daha erken uyanın da balığa çıkalım, olur mu?

28 Nisan 2007 Cumartesi

Azimle delemeyeceğini anladığın an




Depremler sayesinde dilimize pelesenk olmuş bir laf var "binanın temeli sağlam olacak arkadaş!". Atatürk de öyle bir sağlam temel atmış ki 84 yıldır gelen geçen tepiklio, azimle pisliyo, lakin sallana sullana daha hala onun koyduğu temel kuralların dışına çıkmadan varlığını sürdürüyor. Bu lafım "bu cumhuriyetin zamanı doldu" diyenlere istinaden edilmiş bir laf. Bu lafım cin olmadan adam çarpmaya kalkanlara bir laf.

Geçtiğimiz hafta hükümet sağdan soldan aldığı gaz, ve Bülent Arınç gibi "ben bu işe hayatımı koydum" diyen ve ömrü vefa etmez diye korkup ecele acele postalayan birinin de sonsuz katkılarıyla tarihi hatasını yaptı. Netice? Ya ne olacağdı. Ordu hükümeti muhatap bile almayıp direk cumhura seslenerek online ortamda bir takım mesajlar verdi. Bildiğiniz muhtıranın moderen hali.

Daha dün çocuklar gibi şen, meclisi oyun bahçesine çevirenler bu gün bir anda o gülücüklü, alaycı, nispetçi surat ifadelerini dolaba kaldırıp, her zaman yaptıkları gibi yeni bir surat ifadesi ve taklitçi bir zihniyetle, geri adım atsa düşeceğini bilerek "muhtıranı gördüm, yükseltiyorum" cevabı verdi.

Agalar uzun süredir uyarıldınız. Halk, muhalefet, ordu tarafından. Sizin bir şıklatmanızla ne isterseniz yapacak olan eğitimli seçmenlerinize, iş ortaklığı içinde olduğunuz patronlara, yabancı güç odaklarına güvendiniz. Ama anlamadığınız şey bu ülkede başkaları da var. Ve siz ihtiraslarınız, doymak bilmeyen egolarınız, güç bağımlılığınız ve donanımsızlığınız yüzünden onları sayamayacak kadar körleştiniz.

İşte o başkaları da sadece kendi halinde, kolayca avucunuzun içinde oynatacağınız, azınlık olarak gördüğünüz zavallıllar değiller. Üstelik o kişiler düşündüğünüz kadar umarsız da değil. Hatta bazılarının elindekilerini çatapat sanıyorsanız, ölmeyi de bayılmak sanıyorsunuz demektir.

Bu gün ülke hangi hal içerisinde ise hiçbir sorumluluğu üzerinize almayıp hep başkalarını suçladınız. Bu suçlular bazen kondüktör oldu, bazen meczuplar, bazen deniz baykal, bazen sizin binlerle ifade ettiğiniz ama milyonlarca olan ve meydanları dolduranlar. En son ordu suçlu oldu yaptıklarınızdan. Maşallah sizler püripaktınız hep. Beyaz zenciydiniz. Sizin türban sorununuz vardı. Çok mazlumdunuz.

Geri adım atarsanız düşüceksiniz artık biliyorsunuz, yaralı bir kedi gibi saldırmaktan başka çareniz kalmadı. Ya herru ya merru. Hani ümidiniz çok biliyorum lakin burayı başka ülkelerle karıştırmayın. İspanya'da darbeci generaller görevden alınıyor filanla avunmayın. Arkanıza dönüp baktığınızda kimseyi de göremiyebilirsiniz şaşırmayın.

Geçmişte de bunlar yaşandı. Biz demokrasi sınavından sürekli çakan bir milletiz. Belli ki hazmedemiyoruz. Zaten kelle sayan içine bakmayan sistem hemen her biri aydınlanmış fertlerle anca işleyecek bir sistemdir.Hani aydınlanmadan bahsediyorsam salt elitizmden bahsediyor değilim. Aydınlanma dediğin kime nasip oluyor belli değil. Bakıyorsun adam üç üniversite bitirmiş kafasında bir mum yanmamış, bakıyorsun adam köyünden çıkmamış alimin önde gideni.

Velhasıl demek istediğim şudur ki elbet olan yine halka olacak. Şu bir gerçek halkın büyük bir kısmı hangi sistemi kursan o sistemde yaşamaya uyum sağlar. Sosyalist bir devlet veya şeriat düzeni farketmez onlar için. Bu kesim birey olarak varlığının farkında olup kendi istediği hayat düzenini hayal edemeyenlerden oluşur. Oyunlar da hep bu kesim üzerinde oynanır. Piyon olarak görülür bu kişiler. Ben istiyorum ki her biri kendinin şahı olsun, veziri olsun. İşte bu tip insanlar her sistemde o aşamaya gelemezler. Dolayısıyla onların kullanıma açık tercih hakları kötü ellere geçmemeli. Bakınız burada açıkça ben bilirim, benim dediğim doğrudurcuların savaşı devreye girer. Kimi iyi niyetlidir bunların kimi rantçı. Bu ayrıma iyi bakmak lazım. Bu ayrımda ben fransız ihtilalinde jakobenlere destek veren bir anarşistin reenkarnesi gibi hissediyorum kendimi. Ve diyorum ki her zaman bir çözüm vardır ama illa yok istemem diyorsanız onun da bir çözümü vardır.

26 Nisan 2007 Perşembe

Türkiye'nin taxi driver'ları




Memlekette gün geçmiyor ki vukuat çıkmasın. Bu gün şiddete maruz kalanlar YÖK binasının kapısındaki korumalar. Asıl hedef elbet Erdoğan Teziç. Sebep? Efenim sebep yok tabi. Malum ardı arkası kesilmeyen meczup işi, münferit bir olaydır kuvvetle muhtemel. Yani panik yapacak bir şey yok. Kırk yılda bir olur böyle şeyler aslında ama bizde her gün oluyor o ayrı.

Güzide ülkemizin meğer ne çok delisi varmış. Yani ben senelerdir söylüyordum da ilk defa devlet erkanından, polisinden, gazetecisinden tasdiklendim.

Bu mevzuyu ve diğer trajik hadiseleri üstüne alınangiller ki öyle de olmaları gerekiyor, genelde kendilerine komplo kurulduğundan filan bahsediyorlar. Ben şahsen kimin kime ne komplosu kurduğuyla ilgilenmiyorum. Neticede bu tıpkı deli gibi gürültü yapıp birbirini tepikleyen çocukların "ama o öle dedi, bu bunu şeyetti" demesi gibi bir şey. Ama elbet olaylar sadece saç çekiştirmek ve tepiklemekle kalsa keşke.

Sonuçta her an birilerine suikast düzenlenecek bir ülkede yaşıyor muyuz, yaşamıyor muyuz? Hani bu çok sevgili süper sistemin, yani devletin iç işleri bakanı nerde, ne yapıyor? Devlette ipin ucunun kaçması diye bir şey var mıydı? Kaçınca demokrasi bi bişiler yapmıyor muydu?

Sisteminiz çökmüş agalar. Sisteminizi el birliğiyle kendiniz çöktürdünüz de altında kalan yine biz olduk anasını alıp gönderttiriveredikleriminin şeyleri.

Meczup dediğin adam kırk yılda bir çıkar, sarışın bi hatuna kapılır misal, sisteme gıcık kapar, gider başkana hallenir. Onun da filmini çekerler, De Niro abimiz oynar. Bu budur yani. Hadi şimdi her dakika kelime-i şahadet getirin. Belli mi olur, memleket meczup kaynıyor, almışsınız da piyangoyu, size de çıkabilir.

25 Nisan 2007 Çarşamba

yalnızlık


Ne çok kişiden dinlediniz di mi? Bi de ben anlatayım. Ne kadar kalabalık olursak o kadar iyidir. Ya da değildir. Her neyse.

Yalnızlık efenime söyliyim apartman yöneticisinin özene bezene daktilolarla neyim hazırladığı, aslında pek de iplemediğiniz apartman ile alakalı gönderileri şahsına yazılmış mektupçasına pür dikkat ve heyecanla okumaktır. Veya derhal çöpe yollamaktır.

Yalnızlık sıklıkla yere, duvara veya ellerine gözünü dikmektir. Boş bakışlar yalnız insanın doğasında vardır. Genel anlamda "burası neresi, ben kimim?" tandansıdır yalnızlık. Sürekli bir hafıza kaybıdır.

Yalnız insanı daha da yalnız hissettirecek insanlar da olur etrafında. Onları görmeli ve onlarla arasındaki kalın duvara sıklıkla toslamalı ki yalnız insan bu dünyadaki yerini bilsin, haddine vakıf olsun. Yani yalnız insan sap gibi dolaşmakla mükellef değildir. Yalnız insanın müfredat gereği çekeceği çilesi kalabalık ve gürültülü olabilir.

Yalnız insan bazen yazı yazar. Okuma yazma öğrenecek kadar sosyalleşebilmişse tabi. Ama yalnız insan haybeye yazar. Bu gibi sebeplerden, kendi kendine konuşmayı tercih eder çoğu .

Yalnız insanın oyuncakları, aletleri, edevatları, eşyaları vardır. Bunlar da tektir genelde. Tek kahve fincanı, asla bir takımın parçası olmayan toplama tabaklar. Misafir gelince en çok bunlar şaşırtır yalnız insanı.

Söz misafirden açılınca yalnız insan yalnız kala kala toplumun basit ama bir o ölçüde etkili bazı kurallarını unutur. Misal misafirliğe gittiğiniz bir arkadaşınızın tuvaletinin önünden geçerken ve de o da işerken kendisiyle gözgöze gelirseniz, arkadaşınıza bitki filan hediye edin. Yalnız o. Unutmuş insanları.

Yalnız insanlar zamanla delirirler doğru. Doğa onlara sürü halinde gez derken isyan eden bu cibiliyetsizler genellikle beyinlerinin oyunlarına kaptırırlar kendilerini zamanla. Neyseki artık yalnız kalmazlar bu sayede.

Yalnızlık anlaşılacağı üzre fevkalade meşakkatli bir o kadar pohtan bişiydir çok afedersiniz. Tıpkı yukarıdaki fotoğrafta tespit edilebileceği üzere bir nevi kendi popona kazık sokmak gibidir. Ama mülkiyetçi kişilik der ki "elalem sokacağına ben sokayım". Her zamanki gibi bir sokma hadisesidir anlayacağınız. Ah bu doğa yok mu, bu doğa.

24 Nisan 2007 Salı

gül döktüler çankaya'nın yollarına



Akp, cumhur da biziz başkanını da biz seçeriz dedi, adayını nihayet belirledi.

Bülent Arınç'ın hevesi maalesef kursağında kalakaldı. Cennette artık köşklere, saraylara kavuşur inşallah.

Efenim biz bu filmi daha önce görmüştük. Pek de beğenmemiştik ama artık tek kanallı bir ülkede yaşadığımızdan dolayı tekrardan izlemek durumunda kalmış oluyoruz.

Abdullah Gül elbet Bülent Arınç kadar yangına körükle giden, peşinden de memleketi sürükleyen bir portre çizmiyor -ki bence öylesi daha iyi yani ak ve kara olayı daha net oluyor-. Lakin emanetçi sıfatıyla dahi olsa sadece Atatürk'ün ünvanını değil, başkumandanlığı, üniversite, askeri ve de yargı ile alakalı bilimum yetkiyi parsellemek suretiyle yine ve yeniden ne denli ballı olduğunu kanıtladı.

Peki bu formüller, bu yan çizmeler, bu kıvırtmaya endeksli politikalar Türkiye'yi daha ne kadar idare edecek.

Aman da her şey çok güzel gidiyor diye olan bitene çanak tutan patronlar acaba uzun vadede bu ülkeye verdikleri zararın bedelini ne şekilde ödeyecek?

Türkiye bir çıkmaza sürükleniyor. Cebini dolduran tüyme planlarını hazırlamış olabilir. Hadi belki hepimizi atlatırlar da kendilerinden nasıl kaçacaklar ben onu merak ediyorum.

Ülkeyi futbol takımlarına ayırarak yönetme becerisine sahip bu üstün nitelikli adamlardan elbet kurtulacağız.

Kanlı veya kansız. Çünkü aydınlık insanları hor gördürüp, onları azınlık diye nitelendirip cahilliği öven hiç kimse aklın, mantığın, zekanın karşısında uzun süre tutunamamıştır.

Etik değerleri olmayan insanlarla savaşmak güçtür elbet. Lakin bazılarımız şunu bilmelidir ki gün gelir söz biter, şeytanla şeytan olunur.

Benim ümidim sözün bitmemesi. Ama şartların gidişatı artık konuşacak pek bir şeyin
kalmadığını gösteriyor.

21 Nisan 2007 Cumartesi

Manderlay




İç baydırmaktan taviz vermeyen, kimilerince usta diye nitelendirilen, nacizane fikrim hepimizi delirtmeye çalışan dahi yönetmen Lars Von Trier'in bu filmini kakalamadan duramayacaktım. Velhasıl bu satırları yazmaktayım.

Efenim Trier malumunuz genelde kadın ve iyi olan karakterlerinin başına gelmedik işler bırakmaz filmlerinde.

Zannedersem dünyaya "iyi biri olursanız, üstelik bu iyiliğinizi aktivasyona da çevirirseniz hele bir de kadınsanız, yersiniz naneyi" mesajları vermeye çalışmakta.

Peki bu iyilerin karşılarına ne gibi engeller çıkmakta. Kötüler elbet ha bir de ancak Türk filmlerinde rastlayabileceğimizi zannettiğimiz talihsizlikler.

Aslında insanlıkların cahillikleri, aptallıkları, delilikleri ve bencillikleri yüzünden hep iyilerin başına bir şeyler geliyor lakin yönetmen dönüp de "bakınız aslında hiç haketmemişti" demek yerine "ahan da olacağı buydu" deyip finali koyuyor gözümüzün önüne.

Bunu yiyen çok lakin adamın anlattığı şu kötüler ve aptallar çok. Ve fakat pek de akla mantığa ermeyen sorgulama neticelerine rağmen, bu uç hikayeler ve anlatım tarzının ileri derecede bayık olmasına rağmen yaratıcılığa diyecek bir şey bulmak güç.

Manderlay elbette en az Dogville kadar korkunç bir film. Ama bu sefer sonunu getirebildim baygınlık geçirmeden.

Hikaye kışkırtıcı, sorgulamalar ise aslında klişe şeyler üzerine yeni bir söylem getirmemekle birlikte maalesef hala bazı şeyleri aşamamış bir dünya için gerekli.

Adalet anlayışının, zekasının, mantığının pek çok kişi için göreceli hale getirilmeye çalışılmasını ve bu işin teorisiyle pratiğinin arasında ne kadar uçurum olduğunu göstermeye çalışmalar ve bazen de aslında pratik çözümlerin idealize edilmiş görüşlerden daha faydalı olduğunu anlatmaya çalışmaya debelenme diye özeliyebiliriz filmi.

Süper değişik şeyler yapıyor bu adam diye yeni yetme bir zihniyetle değil de sorgulamalara odaklanılarak izlendiğinde felsefe kitabı tadını veren bu filmi biraz sıkılarak da olsa izlesin bence insanlar. Kötüler ve "yeminimi bozdum" iyileri elbette "ahan da yaa, bak işte böyle insanlar" diyecektir. İyiler her zamanki gibi "ya sabır" moduna girecektir. Yani hiçbir şey değişmeyecektir. Ama adam debelenip çekip duruyor bir şeyler işte. O değil de ben oyuncuların emeğine acıyorum. Gerçekten inanılmaz performans sergiliyorlar. Keşke bir şeyleri değiştirebilecek işlerde bu kadar para ve emek harcansa.

18 Nisan 2007 Çarşamba

Olmaz olası erkek tipleri

Efenim erkek milletinden çekmiş her dişil mahlukat gibi yaram var evet. Bu tip erkekler olmaz olasıdırlar lakin vardırlar. Asıl mesele de işte budur zati. Kendilerini derhal listelemek suretiyle afişe edeceğim.

Romantik erkek:

Bunlar hastadır efenim. Bildiğiniz tırlaktırlar. Aşka aşıktır geneli. Bir kadına aşık olmaları tamamen tesadüf olup bir eşeğe de aşık olup saatlerce kafa ütüleyebilir, gözyaşları ve sümükleriyle bezedikleri aşk şiirlerini gözlerinize sokabilirler.

Sorarsanız çok duygusaldırlar lakin psikolojk yardıma muhtaçlar bana kalırsa. Aşk uğruna her şey mubahtır deyip türlü manyamalara girebilir üç gün sonra veya 15 yıl, artık ne zaman eserse başkasına aşık olup sizi 5 çocuk, ev kredisinin ödemeleri, türlü borçlar, iki köpek ve bir kediyle bırakıp tüyebilirler.

Meyillidir zati bunlar. Tatilde tanıştığı maço bir ispanyolla da kaçabilir. Hiç belli olmaz. Görünce kaçın. Bakınız zaten aşk şiiri yazan erkek olur mu yahu? Aşk şiiri de zaten ayrı bir hastalık konusu neyse.

Çapkın erkek:

Bunların alayı yalancıdır. Bazıları iyi yalan söyler, bazıları beceremez. Lakin hepsi senaryo yazarlığını görev edinmişlerdir.

Çapkın erkek umumi bir erkek çeşididir. Bu erkekler cinsel açlık içersinde bulunan veya depresif bir dönemden geçen daha da veya kompleksleri olan kadınlara gönüllü kölelik yapmayı misyon edinmişlerdir.

Bu tip erkeğin en çekilmezi elbetteki cepte kadın bulundurma merakı olanlarıdır. Bu tip erkekle birlikte olan kadının duyacağı yalanlar genelde aşk, sevgi, bağlılık, tutku çerçevesinde olmakla birlikte bir de günlük, marjinal ve hatta şizofreniye tekabül eden yalanlardırlar.

Misal veriyorum; "sensiz yaşayamam", "üniversiteden bir arkadaşımla karşılaştık bir kaç bir şey içtik", "çok acil bir iş için şirkete çağırıyorlar", "greenpeace'ten çağırdılar acilen beyaz balinaları kurtarmam gerek"

Bu adamlardan ayrılmak da belalı iştir. Bunlar işlerinin püf noktasını "her şeyi inkar, hep inkar" olarak görürler. En yakın kız arkadaşınızla yatakta bassanız bile ertesi gün hiç bir şey olmamış gibi arayıp "aşkım akşam yemeğe çıkalım mı?" diyebilirler. Ana avrat düz gitseniz bile "ama sen yanlış anladın" kartını mutlaka kullanırlar. Önce şirinlik yapar, olmadı tek taş yüzük gibi rüşvet teklif ederler sonra dramayı az bulup "kendimi öldürürüm, seni öldürürüm" filan derler. Bi bok yapmazlar. Göt denen nesne yoktur bunlarda. Ayrıca bunlar da meyilli insanlardır. Neticede bu kadar organ salağı olmanın gizli bir açıklaması vardır. Ya kadın düşmanlığı ya meyil. Başka seçenek düşünemiyorum. Neyse işte en az romantikler kadar aptal, iğrençtirler ama şerefsizlik konusunda limitsizdirler.

Maço erkek:

Aslında bu tip erkekler delikanlılık kurallarına sıkı bağlılık gösterseler önceki iki erkek tipinden biraz daha ılıman değerlendirilebilinirler. Lakin bunu yapana rastlamak güçtür.

Maço erkeğin hayatı bir adet organ etrafında şekillenir. Maalesef o organ beyin değildir.

Her şeyi bu organa göre tasnif eden maço erkeklerden bolcana da homofobik çıkar.

Bu tip erkeklerde yoğun bir kadını koruma güdüsü varmış gibi gözükse de aslında bu koruma tamamen kendiyle alakalı olup "aman manitayı dürtmesinler, şerefimiz iki paralık olmasın" zihniyetiyle açıklanabilir.

Maço bir erkekle bir kadının paylaşabileceği pek bir şey yoktur. Hatta bunlar yatakta bile ferdi takılırlar. En azından maço erkeğin ne zaman ne yapacağı bellidir. Yani istikrarlı bir manyaktan gelecek tehlikleri ön görmek daha kolay olacağından böyle bir durumu da göz ardı etmemeliyiz. Yine de kaçın. Mümkünse koşmak suretiyle.

Memur zihniyetli erkek:

Efenim bunlar genelde kravat ve takım elbise ile görmeye alışık olduğumuz türdürler. Hayatları internette porno izlemek, borsada oynamak, at yarışı kuponu yapmak ve küçük kaçamaklar hayaliyle yaşamak şeklinde geçer. Sürekli havadan para kazanacağı bir fırsatı düşler. Sonra gelsin arabalar, hatunlar.

Evli olanları nafaka parasından, zor bela krediyle aldıkları arabayı kaptırmaktan tırsıp boşanamazlar. Yine de genelde evliyim ama müsaitim modunda olsalar da çaktırmazlar. En korkak erkek tipi oluyor bunlar aslında. Öyle olmasa, garanticilikten taviz vermeyip memur olmazlardı zaten.

Hafta sonları halı saha maçı yapmakla erkek olmak arasında güçlü bir bağ olduğunu düşünürler.

İnanılmaz sıkıcıdırlar lakin ezberden sattıkları muhabbetler yüzünden öyle olmadıklarına dair inançları sağlamdır.

Koşarak kaçın. Monotonluktan değil, onların monotonluktan sıkılma sıkkınlıklarından korkun.


Efenim daha buraya bir şeyler ekleyeceğim gibi. Ha kadınlar sütten çıkmış ak kaşık mı? Yok yahu kadınlar daha beter. Onları da yazacağım.

12 Nisan 2007 Perşembe

darbe postallı mı olacak postalsız mı?



Memlekette neler neler olmuşun bir de ordu tarafından değerlendirilmesi açısından bu gün önemli bir basın toplantısına imza atıldı. İmza sahibi askeri cenahın tepesindeki kişi Yaşar Büyükanıt.

Toplantı sonrası genel izlenim tv'de nette takip ettiğimiz kadarıyla paşanın yumuşak, medeni, yasaya saygı çerçevesinde ılıman açıklamalar yaptığı şeklinde oldu.

Zannedersem bizim memlekette ıslak odunla kovalanmadan karşısındakinin ne dediğini anlamamak gibi bir gelenek var. Yani kelimeler her daim kifayetsiz, illa jest, mimik, bağırma, dayak filan olacak.

Adam ne diyecekti? Kibar konuştu iyi de aslında nerelere ne göndermeler yaptı farkedildi mi? Az kaldı darbe yapıp üzerine de kılıç kuşanıp kuzey ırak'a gidecek orda da karşısına artık ne çıkarsa devirip abd'ye bile savaş açacaktı.

Ha bir de çok medeni açıklamalar yaptı filan dedi bi kaç gazeteci. Spartalı sanki Yaşar Büyükanıt. Bu bile direk "biz sizi çok afedersiniz ayı sanırdık" alt metnine sahip bir açıklama heralde.

Yaşar Büyükanıt'ın sıklıkla anayasaya ve yasalara saygı çeçevesinde konuşması aslında "biz darbe filan yapmayız" değil "bakınız biz saygılıyız siz de ayağınızı denk alın" demek olmasın. Artı askeri darbenin de askeri hukuk çerçevesinde gayet legal bir ayağı da yok değil. Ha derseniz ki demokrasi şu bu, merak etmeyin zaten bu işleri genelde demokrasinin korunması adına yaptıklarından gönülleri de ferah olacaktır.

Velhasıl bundan önceki her darbede askeriye her daim ilgili hükümeti uyarmış, "şşt kendine gel" demiştir. Kimse bir sabah uyanıp "haydin gençler postalları giyelim, biri de şu türkü kasedini bulsun arşivden" demez.

Büyükanıt hükümetten(alenen olmasa da), abd'den, ab'den, pkk'dan ve dahi ordunun içine dahi sızanlardan tek tek bahsetmiş. Bunlardan duyduğu sıkkınlığı dile getirmiştir. Bundan sonrasını da artık gönderme yaptığı bilimum kişi ve kuruluşa bırakmıştır. Bunlar sadece durum analizi değildir. Ordu analiz yapma merkezi değil. Sonuçta adamlar ne yapacaklarına karar veren de bir merci.

Mesele şu, geçmişte de halk çoğunluğunu arkasına almış, kendini neredeyse peygamber gibi görmeye başlamış kişiler geldi ve fakat sonları maalesef hazin oldu. "asamazlar, yapamazlar" diyenler yani halk, basın ve abd bu olanları oturup sadece izledi. Bu olanlar, olması gerekenler olduğundan ya da yapanların son derece güçlü olmasından değil, ilgili dönemin gidişatı bu şekilde şekillendiğinden vuku bulmuştur.Bu adamlar böyledir. Düne kadar İran'la savaşan Saddam müteffiktir bu gün gider kendi elleriyle asarlar. Olay tamaağmen duygusal.

Memlekette darbe isteyeni var, istemeyeni, işler tıkırında diyeni var. Darbeyle çok geriye gideriz, hazır işler açılacakken olmaz diyenler. Rahatı yerinde olan olmayan, korkan ürken.

Bakınız savaş mevsimi açılalı çok oldu. Bu yaz da işler epey kızışacak gibi. Kışa komünizm gelmeyecek lakin o belli. Ama onun haricinde pek çok şey flu gibi gözükse de ortada. Türkiye yazılan senaryolarda kendine rol beğenemiyor. Sanki ona soran var.

Bu gün Yaşar Büyükanıt da mayıs sonrası terör olaylarının artacağından dem vurdu. Borsa manyağı, aklı paradan ve malum organından başkasına yoğunlaşamayanlar tahminim "ulen tam da turizm mevsimi başlıyor, şu adamın dediğine bak" diyeceklerdir. Memlekette kazma çok. Lakin bunun trajik boyutları öyle böyle değil.

Bu gün gerçekten bir Kürdistan kurulmuştur. Alenen. Çok kan akıtıldı, daha da akacak. Lakin bu işbirlik işinden aldığı ganimetle kurulan ülkede kürtleri ne gibi sorunlar bekliyor az çok tahmin edilebilinir.

Müstakil ev sahibi olmayı herkes ister. "En kral dairede kiracı olacağıma, kendi bağımla bahçemi eşelerim yeğdir" diyen de çıkar. Anlatamazsın bu adama mülkiyetin hırsızlık olduğunu, aslında hepimizin daimi kiracı olduğunu.

Bendeniz yeni sınırlara sıcak bakmayan bir insanım. "Ulen biz sınırlar kalksın diyoruz bunlar her gün yeni sınır icat ediyor" diye de dellenmekteyim.

Birlikte yaşamayı ve paylaşmayı öğrenmek yerine kanla sulanmış topraklarda kurulan her yeni ülke insanlık için umudun yitmesidir kardeşim. O topraklarda yaşayan halkların kaderi çok değişmez. Evet hür olmak bağımsız olmak bambaşka bir duygudur. Keşke hepimiz bunu yaşayabilsek ama kimseye de nasip olmuyor maalesef. Lakin birilerinin maşası olmakla olunmaz öyle. Bu ancak parazitliktir. Adam seni kullanır sana da komisyon verir. Sen o komisyona vatan de ya da deme. Beni bağlamaz bunlar. Bütün dünya hepimizin. Ama ben isterim ki kendimize en uygun müttefiki bulup pastadan daha fazla pay kapma hırsımızla celalleneceğimize adam gibi bir dünyada hep birlikte yaşamayı öğrenebilmek ve asıl düşmanlarımıza karşı, yani bu emperyalist, kapitalist, ahlaksız ve de şerefsiz it sürüsüne karşı birleşseydik. O zaman belki arabalarımız, yanımızdaki seks partnerlerimiz veya evlerimizle avunmak zorunda kalmaz insanlığımızla yetinirdik.

Sonsuza dek baki kalmaya aday hiçbir devlet yoktur. Ama bizi geleceğe taşıyan da devletler değil insanlardır zaten. İnsan gibi insan olmaya da daha hala gönlü olmayanın ben kuracağı fason devlete ne diyeyim. Daha kendiminki adam olmamış bunca yılda zaten.

10 Nisan 2007 Salı

meclis cumhurstar'ını seçiyor



Malumunuz günler tren misali önümüzden geçip gitmekte, takvimler de boş durmamakta ve özel günleri bizlere hatırlatmakta. Neticede bir önceki meclisin nerdeyse tam mutabakatı ile seçilmiş olan cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de köşkten taşınmakta.

Geçtiğimiz günlerde bir dostluk maçı vesilesiyle Suriye'de bulunup, kendisine hediye edilen forma karşısında çocuklar gibi şen gülücüklerle poz veren zat-ı muhterem de ilgili mevzunun başrol oyuncusu olarak ama sürekli basından kaçan yeni yetme popstar misali davranarak sözde strateji özde komedi sergilemekten çekinmemektedir.

Sanki öss'de ter dökmekte, bütün sorulara cevap verdiği halde sürenin tamamını kullanmak adına direnmekte olan öğrenci sayın rte.

Efenim strateji şu bu, durum değerlendirmesi, gelişmelere bağlı pozisyon alma falan filan değil bütün bu rezaletin sebebi. Böyle şeyleri güya mutabakatla yapmak isteyen ve arada bir kapı yapan başbakan bunu yapacak olsa, daha önce attığı binlerce yanlış adımı zaten atmazdı.

Mevzu ben yaptım oldumculuk. Mevzu halk arkamda demek benim dediğimin olması legal. Mevzu demokrasiyi her fırsatta kendi araçlarıyla arkadan vurma.

Yani anlayacağınız moderen diktatörlüğün raconu da böyle bir şey işte.

Bana sorarsanız bu kişilerin gönlünden geçen cumhurbaşkanı Bülent Arınç'tan başkası değil. Yani daha başka isimler de telaffuz edilebilir tabi. Misal Fettullah Gülen gibi. Ama daha o kadar değil kendileri de farkında bunun. Yine de bu seçimleri de kendilerinin farkında olmadıkları bazı yollara götürecektir tahminim.

Cumhurstar seçimlerinde Armağan Çağlayan dahi jüri olsaydı daha makul isimler ilgili makamda olurdu ve hatta biz o kişiye cumhurstar bile demezdik muhtemel. Ama bizim şimdilik payımıza düşen Suriye gibi bir ülkenin başbakanının eşi bile kendine güvenen, insan gibi kadın portresi çizerken, onunla kıyaslandığında yanında mazlum ve şaşkın bakışlarla etrafa bakınan, kendisine ne çeşit duygular besleyeceğimizi bilemediğimiz herhangi birinin Çankaya'da misafir ağırlaması, konuklarına gülsuyu ikram etmesi filan gibi şeyler olacak.

Neticede her ne olursa olsun, son dakka sürprizi yapma manevrası da dahil, kimlerin nerelerde olduğu ve neler yapmaya çalıştığını bilmeyen kalmadı. Artık mesele sinsilik, soğuk savaş vs.'nin dışında bir çizgiye taşındı gibi. El mi yaman bey mi yaman işte onu göreceğiz. Az kaldı.

Good Bye Lenin!


2003 yapımı güzide bir şaheser mi desem ne desem bilemedim. Pek bir hevesle başladım güya anlatmaya ama filmi düşününce şöyle bir boğazınıza bir şeyler oturuveriyor. Ya da o son muzu yemeyecektim. Neyse.

Bir duvarın yıkılması nelere kadir olabilir ve de duvarları yıksak da hayaller yıkılır mı temalı bir film. Yani ben öyle anladım.

Elbette filmin içindeki yer yer komik unsurlara rağmen genel duygu seline kapılıp kapılmamak kişisel özelliklerle direk alakalı. Yani düşünüyorum da "oh işte yıkıldı duvar da adamlar adam gibi salatalık turşusu yediler" diyen de çıkabilir. Olur böyle hıyarlıklar.

Filmi izleyen pek çok alman vatandaşı muhtemelen zaman tüneline girmiştir. Girmez mi? Ben bile bir an annemle yaptığımız orko alışverişlerini filan hatırladım. Ve düşündüm bu gün carrefour'da alışveriş sepetlerinin içine bindirilip gezdirilen veletler bizim orko'nun asker emeklisi müdürünün tatlı-sert muhabbetlerine haiz olmadan, kasiyer yerinden kalktığı anda koşarak kasanın orasını burasını kurcalayıp hesapları heder etmeden, herkesinkiyle aynı kaplama kağıtlarının mavisini mi yoksa kırmızısını mı alacağını beş saat düşünmeden ki bi de sarı filan olsa süre 7,5 saat olurmuş çok eğlendiklerini filan sanıyorlar ki ne yazık. Henüz tüketim manyağı olmamışken, henüz memurumuz tam olarak işini bilmezken, daha hala paylaşmayı bilirken, kötü giyindiğinin bile farkında değilkenki zamanlardan bahsediyorum.

Filmi alakasız bir biçimde kustrica'nın "sjecas li se dolly bell" filmiyle de özdeşleştirdim. Bilemiyorum her ikisinin de anlatımı, verdiği duygular çok benzer. Her iki filmin de izlenilmesi pek elzem şahsi kanatimce.

Bu arada filmin müzikleri hastası olduğumuz, şuracıkta olsa mıncıracağımız yann tiersen'a ait.

Ben bu filmi anlatamadım. Ne bileyim çok fazla sevince diyecek bir şey bulamıyor insan. Nerdeyse Brazil kadar seveceğim bir film diyeyim.

Ben anlatamadım bari şurdan şeyediverin biraz http://www.imdb.com/title/tt0301357/

3 Nisan 2007 Salı

vodafone şaşırma sabrımızı taşırma


Son dönemlerde "her şekilde sizi taciz ederiz, bizden tiskinin" deyip radyo ile, tv ile gerekirse lazer ile taciz eden, dürten, itikliyen bir kurum oluyor vodafone.
"Piyasaya girdik biz. Açılın, kaçılın" diye diye dötüyle dağ deviren bu firmanın bilhassa reklam filmiyle alakalı bir kaç fikir beyan edeceğim yüksek müsaadelerle.
Efenim hadi adam daraldı sevgiliye vurdu tekmeyi, kızı da gösterttiniz kendini beğenmiş gereksiz bir kişi formatında, hadi celallendi attı kravatı dedi patrona "güzelim benden bu kadar ciao ciao". Peki kapitalizmin gülü, yatırımın öncüsü bu güzel firmanın bu güzel reklamcıları. Adam işten çıkınca o boru misali faturaları nasıl ödeyecek? Otobüste tanıştığı hatuna hangi paraylan alacak kokteyl neyim? Balıkçılık mı yapacak hem tatil hem iş deyip. Hazıra dağ mı dayanır?
Bakınız reklamcı arkadaşım. Kapitalizm sevmez böyle aklına eseni yapan adamı. Ben özgürüm ayakları reklam safsatası. Sömüreceğin adam önce palazlanacak. Kulluk edecek ki para kazanacak sonra gelip vodafone'un eline sayacak. Vodafone bu sözüm de sana. "delirdin mi kuzim?". Reklamcını değiştir, kendini değiştir, hatta delirtme böyle piyasaya dalcam diye milleti. Dağıt bedava telefon filan ne bileyim. Kaybol gözümden, bi rahat bırak.


"reklamdan ve reklamcıdan tiksinin, tiksindirin"
mariadebonne

zorba kedisi


Pisisiz, köpüşsüz siteye ben site demem düsturundakiler için ahanda zorba :p Kendisi bir tanışımın tanışıyken tanışım olmuş bir kimse olup görüldüğü üzre gayet miskindir. Ve fekat zaman zaman üstelik çok zamansız zamanlarda olmak üzre dellenip (misal sabah ezaniylen birlikte) "haydi kalk, haydi uyan, haydi coşalım çayırlarda bayırlarda" demek için yatağı tırmalamalarıyla meşhur bir ilimizidir. İşin ilginç yanı yaş aldıkça daha bir gürbüzleşip, cellalenmekte, daldan dala atlayası gelmekte. Ayriyeten hazır laf açılmışken bir anektod da şeyedeyim. Geçtiğimiz günlerde arkadaşımın ev sahibi "ne zaman çıkçeğin" demek için kapıya suratına dayadığında zorbayla müşerref olmuş ve "köpek mi bu?" demek suretiyle bizleri de bir kuşku almıştır. Neticede kendisinin huyları suyları kedigillerle pek örtüşmemektedir.
Efenim mevzu cahillikle şunla bunla dalga geçme meselesi değildir. Hepimiz cahiliz zati elhamducillah. Mesele kendisine "niye" diye sorduğumuzda aldığımız cevabın hazinliği. "köpek bizde günah". Hangi dinlerin hangi mezhepleri köpeği sözde haram kıldıysa ilgili dinin mensuplarına sıkı bir zooloji eğitimi de farz olmuş belli ki. Ben yine de nacizane obsesyon nedir ne değildiri araştırmalarını tavsiye edeceğim bu inançlı vatandaşlarımıza.
Eveeet zorba efendi ile ilgili hadiseler pek derin, pek geniş ama şimdilik bu kadar. Ben buradan muah diyorum kendisine.

300


Bu aralar üzerinde pek konuşulan bir film. Ben şahsen yüksek bütçeli filmlere "ulen bilet fiyatı aynı ama film bütçeleri farklı, gideyim de bu kadar para harcanan filme, göreyim bakayım en kötü ihtimal kostümler iyidir herhal" zihniyetiyle giden bir insanım. Ayrıca film batmasın, film şirketi yanmasın ne bileyim. Hangi ülkenin hangi siyasi görüşüne hizmet ederse etsin sinema benim için vazgeçilmez bir sevda. Zati salt propogandayla hayat görüşü belirleyenler benim kanaatimce hayat sahibi kimseler değiller. Sonuç hüsran ve trajedi olsa da ve elbette kitleler bu şekilde yönetilse de her zaman bir antipropoganda fırsatı yaratılabilinir. Yaratamayanlar utansın. Her neyse.
Olaya kafadan propoganda ekseninden dalmam filmi takip edenlerce normal karşılanmıştır zira film siyasi bir tartışma platformuna çekildi ve orda da sabitlendi gibi. Sebep? Efenim spartalılar çok medeni persler çok barbar takdim edilmiş. Batı doğu çekişmesi ve günümüzdeki politikalara gönderme yapılarak Bush haklı gösterilmiş falan filan.
Bir kere olay kesinlikle spartalıların medeni gösterilmesi değil hatta kendileri olduklarından daha bile ilkel gösterilmiş olup sanki felsefe ve sanatla uzaktan yakından alakaları yokmuş gibi lanse edilmiştir. Bu da atinalılar için oğlancı ve filozof denyolar mealinde bahsetmelerinden anlaşılmıştır. Hatta "biraz medeni olmakta bir sakınca yoktur heralde" lafını bile ettiklerinden bahsetmek lazım bu aşamada sanırım.
Perslilerin çirkin gösterilmesine gelecek olursak o sizin estetik anlayışınız efenim. Her ne kadar "bu adam gay lem" diye dalga geçseniz de bana kalırsa tanrı-kral portresi gayet şahaneydi. Elçiler de daş gibi olmakla beraber "ölümsüzler" düşmanlarını korkutmaya çalışıp kendilerini deforme eden klasik askeri tiplerini temsil ediyordu zannedersem. Asyalı ve ortadoğulu askerler eciş bücüştü derseniz bakınız ilgili bölgelerdeki boy ortalamasına. Tüm bunlar bir yana tarihte zaten herkes düşmanlarını şöyle iğrençtiler, böyle barbardılar, hepsi cehennemden gelmişti, ayakları bile tersti filan diye abartmak suretiyle anlatır. Yoksa yenilmeleri nasıl açıklanabilir? veya zaferleri nasıl taçlanır?
Ha sen de çek bir film anlat alayı şöyleydi perslilerin. Biraz eziklik olur gerçi ne de olsa epik bir hikayenin çizgi-romanından uyarlama bir filmi muhatap alırken kendisini belgesel olarak ele almak ne derece mantıklı bilinmez.
Elbet art niyet, politika şu bu söz konusu olabilir, her daim olacaktır. Ama bu insanların cahilliğini hayatın gerçeği kabul etmekle ve buna göre değerlendirme yapmakla takılacak bir şey değil. Bakınız pokemon izleyip camdan atlayan çocuklar var. Suç çizgifilmde mi?
Neyse filme dönelim. Taş gibindi bu persliler o bir gerçek. Yok şimdi böyle erkekler o da bir gerçek. "e öyle kadınlar da yok" zati derseniz o da gerçek. Ama sanırım bu karşılıklı bir etkileşimle alakalı bir durum. Yani erkekler kadınsılaşıyor, kadınlar erkekleşiyor falan filan. Ama insan şöyle delikanlı, ficutlu erkekleri görünce etrafındakilere bakıp "bu ne be" demeden edemiyor.
Ayriyeten filmi izleyip de gaza gelen var gelmeyen var. Ben gelenlerdenim. Bakkala gidip "ben bir kılıç, bir miğfer, bir kalkan, bir de mızrak alacağım" diyesim geldi. Neden? çünkü bir çok insan işin laylayında zati. Birçok yaratıcı ve vasat espri yapıldı konuyla alakalı. Ama bir de her şeyi ciddiye alan gerizakalılar var. Misal ben.
Efenim konu nerde, ne zaman geçerse geçsin şöyle bir gerçek var. İnsanları bir de bu şekilde ikiye ayırırsak, birilerinin önünde dizlerinin üstüne çöküp berhudar edilebilenler ve bunun yerine ayakta ölüp üçün birini alan ama tercihini bu şekilde kullananlar.
Şimdi ikinci tür zaman zaman kibirli ve aptal olarak tanımlansa da (pek sevilmez bunlar) aslında egosu ancak bu şekilde tatmin olan yani bilhassa belirli bir amaç uğruna pek çok şeyden fedakarlık etmeyi marifet bilenlerden çıkar. Burada anlatılan bir kahramanlık hikayesidir. Ama kahramanlar yaptıklarının meyvasını yiyemeyen anca elmayla idare eden kişilerdir. Kimi zaman bu tip insanlar böyle olmayan insanlar tarafından aptal olarak değerlendirilse de aslında başkalarına ilham veren, onları bazı gerçeklerle yüzleştiren kişilerdir. Buradaki ana fikir bazen kaybedersiniz ama aslında kazanmışsınızdır olayıdır. Tıpkı haklar uğruna kıyıma uğrayan, acı çeken bir çok insanın bu gün hala anılması ve hala onların sayesinde birazcık daha iyi bir dünyada yaşıyor olmamız gibi.
Bu bunu anlatan bir hikayedir. Ağustosböceği ve karınca gibi bir şey. Ha onun haricinde siz bütün dünyayı ele geçirmeye çalışan bir manyağın köle askerlerle yaptıklarını çok medeni bulursunuz, buna direnenlerin slip don giymesiyle dalga geçersiniz. Antik yunanlıları hafif yumoş bulursunuz, onların da işgalci olduklarından dem vururken ilgili dönemdeki demokrasiye, felsefeye ve sanata katkılarını göz ardı edersiniz bilemem. Doğu ve batı hep çekişecek gibi. Birileri "asıl doğuda bilim ve sanat ileriydi" diyecek diğerleri "batı olmasa ohooo" filan diyecek. Meselenin koordinatlarla alakalı olmadığını ne zaman anlayacaklar, ne zaman kendisini ve ötekini değerlendirirken her açıdan objektif olabilecekler bilemiyorum. Spartalılar ficutlu insanlarmış onu öğrendim, iyi oldu.

iyi insanları kimse sevmez


Bazı insanlar vardır ki inandıklarını iddia ettikleri tanrı bile insanları iyi, kötü diye tasnif ederken kendileri benzeşlerini güzel, çirkin, zengin, fakir, akıllı, aptal diye tasnif eder. Hatta nerdeyse alayı böyledir bu mahlukatların. Ben bir empati kurdum ali kırca bey. Neden bu böyledir. Neden herkes bilse de söylemez ama nefret eder iyi insandan. Bakalım bakalım;

"İyi insanlar sevilmezler. İyi insanlar sıkıcıdırlar çoğuna göre. Birilerinin dedikodusunu yapıp, hatta kaşıyla gözüyle dalga geçilip bir güzel eğlenilirken can sıkar bu adamlar. Olaya dahil olmadıkları gibi bir de söylenirler. Üç günlük dünyada keyif kaçırtırlar. Sıkıcıdırlar.

İyi insanlar hoş görülmezler hatta obsesiftir bunlar. Yalana takarlar misal. Oysa pek çok insan yalansız yaşayamaz. Yalan hayatı kolaylaştırır. Maske takmasa insanlar, dünya ucubeler sirkine döner. Şimdi herkes çok güzel görünmektedir. Makyaj, maske zaruri aksesuarlardır sokağa çıkmak için. Anlamaz iyi insan. Nutuk çeker bi de. Hastadır iyi insan. Sevilecek yanı yoktur bunların.

İyi insanlar bir güzel dayak haketmektedir. İşler tıkırında giderken her şeyi allak bullak edebilirler. Kumpaslar kurulmuş, düzen bir güzel rayına oturtulmuşken çomak sokarlar. Bunlarla bir adım ileri gidilmez. Çağ filan atlanmaz. Neyseki sayıları azdır. Kolaylıkla kafalarına geçirilen sert bir cisimle filan alt edebilirsiniz. Vurun bunlara.

İyi insanlar insanın psikolojisini bozar. Vicdan denen meret her insanda az çok mevcutken ne gerek vardır onu kaşımaya, ayaklandırmaya? Herkesin yapabileceği ve yapamayacağı şeyler varken, yapabilen biri olarak iyi insan ne diye moral bozar? Yapamama veya yapma istememe özgürlüğüne açık bir saldırıdır bu teşhircilik. İyi insanları adalara sürmeli, televizyon yarışması nüvesi yapmalı. Üç beş börtü böcük yeyince belki zihinleri açılır.

İyi insanlar neyin iyi neyin kötü olduğunu bildiklerini iddia ederler. Sanki biz bilmiyoruz, aptalız peh. İşimize gelmiyor güzel kardeşim. Sen kendi aptallığına yan. Aptalsın işte asıl sorunun bu. İyi insanlar aptaldırlar. İyi insanların böyle bir doğa düzeninde yaşaması mümkün değil. Bunlar insanlığın sırtında yüktür. Bunların üremesi yasaklanmalıdır.

İyi insanlar zayıftırlar. Duygusallıkları onların sonunu hazırlar. Aptal oldukları için beyinsel gelişim kaydedememiş kendilerini duygusal gelişime vermiş bu da onları kansere kadar götüren yolculuğun bir ön hazırlığı olmuştur. Her çeşit hastalık vardır bunlarda. Hem etrafa hem kendilerine zarar insanlar bunlar. Bildiğin kanserin kendisi bunlar."

Yani anlayacağınız iyi insan yalnız insandır aslında. Ha benim bahsettiğim iyi olmaya çalışan, iyi olduğunu sanan insanlar değil. Bildiğin iyi insan. Sayıları ne kadar az olsa da sizlerin bile bir yerlerde rastladığınız insanlar. Her ne düşünürseniz düşünün aslında bu dünyada iyi bir şeyleri hakeden ama bir türlü alamayan insanlar. Onlara iyi davranın. Belki de doğanın çeşitlilik takıntısı yüzünden dünyada varolan nadir türlerdenler. Bunca acıyı -ne kadar güçlü olurlarsa olsun- sırtlarına alınca belleri bükülüyor. Belki pes etmek üzereler. Belki şimdi sevmiyorsunuz onları. Ama gittiklerinde en çok üzüldükleriniz aslında hep bu insanlar değil mi?.